Tebernüş Kireççi'ye SORU SOR

Ahmet Alataş - Mimar

Göktürk Yalınevler projesinin mimarı.



Ahmet Alataş - Mimar



Yalınevler'de cam ve şeffaflık ön planda tutuldu. Isı kontrolünün sağlanabilmesi için güneş kırıcı kullandıklarını ifade eden Ahmet Alataş, “Dış cephe kolonlarının çelik olarak planlanması ile daire içerisindeki kolonların ufak çaplı ve hacmin bütünlüğünü etkilemeyecek şekilde olmasını sağladık. Bu da yaşam alanlarının esnek kullanım olanaklarına sahip işlevsel ve ferah olmasını beraberinde getirdi. İçeriye daha fazla ışık ve hava girmesini sağlayabilmek ve doğu batı istikametinde gün ışığını maksimum seviyede kullanabilmek için terasların ve bahçelerin arkasında yer alan cephelerimizi tamamı ile transparan olarak tasarladık” diye konuştu. (Mayıs 2012)


Ahmet Alataş kimdir?

Ahmet Alataş - Mimar



1969 yılında Ankara'da doğan Ahmet Alataş, 1996'da Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümünden mezun oldu. Aynı yıl Viyana’da Profesör Helmut Richter ile birlikte çalışmaya başlayan Alataş, 1999 yılında Viyana’da "alataş architecture & consulting"i kurdu. 2000'de ofisini İstanbul’a taşıdı. Avusturya ve Türkiye’de katılmış olduğu çeşitli yarışmalarda üçü birincilik ödülü olmak üzere bir çok ödül aldı. Alataş Avusturya ve Türkiye’de çeşitli üniversitelerde proje dersi veriyor ve jüri üyeliği yapıyor. 


Beşiktaş Anadolu Lisesi'nden mezun olduktan sonra lisans eğitimi için Viyana'ya giden Ahmet Alataş, toplam 14 yıl Viyana'da yaşadı. İlk ödülünü 1994'te Prof. Mimar Helmut Richter grubuyla beraber hazırladığı Viyana Teknik Okul projesi ile aldı. Ünlü Avusturyalı mimar Hans Hollein ile St. Pölten Kültür Merkezi Müze Binası'nı tasarladı ve 1996 yılında birincilik ödülünün sahibi oldu. Alataş, Türkiye'de ise adını Ayşe Yarsuvat için tasarladığı Ultimo ofisiyle duyurdu. Bu çalışmasıyla, Türkiye'nin ilk iç mekan tasarım yarışması IDA'da "En İyi Ofis Tasarımı" ödülünü kazandı. 2000 yılından bu yana Türkiye'de yaşıyor.


Kendisini nasıl anlatıyor?


Şengül Kırmızıtaş'ın Exclusive Homes dergisi için mimarla yaptığı söyleşiden bizim altını çizdiğimiz bölümler şöyle:


SORU: Eğitim için Viyana'yı tercih etmenizin sebebi neydi?

 

YANIT: 17 yaşında çok bilinçli olamıyorsunuz. Mimarlık okumak istiyordum. Ve çok küçük yaşlardan beri mimar olmak istiyordum. Ben mimar olmadan önce kardan adam olmak istiyormuşum. Viyana'ya gidişim ise tamamen tesadüf. Yurtdışında okuma arzum vardı. Ailemde beni bu konuda her zaman destekliyordu. Fakat Viyana benim için çok doğru bir tercih oldu. Küçük olmasına rağmen kozmopolit diyebileceğimiz bir şehir. Dünyaca ünlü Avusturyalı mimar Hans Hollein ile lisans eğitimimin 3. senesinde çalışma fırsatım oldu. Küçük bir ortamda mimarlığın yaşadığı ve yaşatıldığı bir ortam. 

 

SORU: 14 yıl Viyana'da yaşadıktan sonra İstanbul'a yerleştiniz. Bu kararınızda ne etkili oldu?

 

YANIT: Ben okulu bitirdikten sonra Prof. Helmut Richter ile 4 sene çalışma fırsatı yakaladım. Bu benim hayatımda önemli dönemlerden biridir. Berlin'de inşaat yaptık. Viyana'da yaşadığım son 3 senede kendi ofisimi açtım. Ama her 2 projemde Türkiye'deydi. İzmir Amerikan Koleji'nin ilkokul binasının yarışmasını kazandım, onu yapacaktım. Bir tane de konut projesi almıştım. Bu projeleri gerçekleştirmek için Türkiye'ye döndüm. Döndüğümde kriz oldu. Uzun bir süre iç mekan üzerine çalıştım. İç mimari projeler yaptım. Sonra, Emine Uşaklıgil Cam Evi bizim Türkiye'deki ilk mimari projemiz oldu. 

 

SORU: Asıl uzmanlık alanınız cam, çelik ve yüksek binalar. Bir uzman olarak dikey büyümesini sürdüren İstanbul'da birbiri ardına yükselen yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

 

YANIT: Ben Türkiye'de yapılan yapıların büyük bir çoğunluğunun kullanmak değil satılmak üzere yapıldığını düşünüyorum. Levent'te birkaç tane satılmak değil, kullanmak üzere yapılan binalar var. Benim gözlemlediğim kadarıyla yapıların birçoğu çağdaş mimarinin gerekliliğinden son derece uzak. Mimari, ticari bir meta olarak görülüyor ve mimarlar da bu oyunu birlikte oynuyor. Bunun sorumlusu sadece işverenler değil, mimar ve mühendislerdir de. 


SORU: Kendi stilinizi nasıl tanımlarsınız?

 

YANIT: Şeffaflık, esneklik, sınırsızlık, serbestlik ve yalınlık. Bunlar gerçekten üzerinde durduğum noktalar. Bence malzeme hiç önemli değil. Mimaride ışık ve hacim en önemli 2 şeydir. Işığı ve hacmi doğru kullanır ve tasarlarsanız ki, fotoğrafta da bu böyledir, çok keyifli işler çıkartabiliyorsunuz. 



DUVARSIZ EV

Ahmet Alataş - Mimar



Cumhuriyet gazetesi eski yöneticisi, gazetenin kurucusu Yunus Nadi'nin torunu Emine Uşaklıgil'in cam evini de Ahmet Alataş tasarladı.


Bu, hiç duvar kullanmadan yapılan, alışık olduğumuz her şeyi sil baştan düşündürten, ama bir o kadar da cazip bir ev projesiydi.


Alataş o projeyi şöyle anlatıyor:


- "Uşaklıgil evi 2004'te projesini hazırladığımız, 2005'te uygulanmış bir projemiz. Bu tarihten önce kendi ofisimizin yaptığı duvarları olmayan diğer bir cam konut projemiz var; Alataş evi. Bu iki konutun dışında Türkiye'de mimar ve ev sahibi açısından bu derece cesur projelere tanık olmadım. Dünyada ise bu şekilde birçok örnek var. Bu çalışmaların öncüsü olarak Mies van der Rohe'nin Illinois'deki Farnsworth evini kabul edebiliriz."


SORU: Evin görünüşü, huzurlu bir Japon bahçesi gibi... Uzakdoğu mimarisinin, çalışmalarınızda etkisi var mı?


YANIT: Ofisimizin mimari felsefesine ait yalınlık, fonksiyonellik arayışları Uzakdoğu felsefesiyle örtüşüyor olsa da bir etkilenme olmadığını düşünüyorum. Bahçe daha çok bir İngiliz bahçesi şeklinde, ev sahibimiz tarafından tasarlandı. Yılın farklı zamanlarında bahçenin şekil ve renk değiştirmesi, farklı zamanlarda açan değişik renklerdeki bitkiler, evin içinde mevsimleri birebir hissederek yaşamanıza imkan veriyor.


Emine Uşaklıgil ve İngiliz eşi David Tongue, önceleri Beyoğlu-Galatasaray’da hoş manzaralı bir dairede oturmaktaymışlar. Hafta sonları ve yazları ise şimdiki cam evlerinin olduğu ormalık yerde, onun bir uzantısı olarak hala kullanılan, ufacık, taştan bir köy evine kaçıyorlarmış. İstanbul’da bu şekilde iki ev tutmanın anlamsız olduğuna karar verdiklerinde Galatasaray’daki evi kapatıp, temelli ormandaki bu taş eve taşınmayı düşünmüşler. Ancak böyle küçük bir mekanda 24 saat yaşamanın doğurduğu ihtiyaçları da göz önüne alarak hali hazırdaki arazide yeni bir ev yaptırmanın yollarını aramışlar.



İşte o aşamada yolları mimar Ahmet Alataş’la kesişmiş. Ev sahiplerinden tasarım konusunda neredeyse açık kart alan mimar Alataş, hemen işe koyulmuş. Ev öyle yalın ve şeffaf ki içinde tek bir duvar dahi yok. Evin dört bir tarafı da cam. Mimar Alataş, mahremiyeti koruyacak ama yine de doğayı evin içine davet edecek şekilde ona da bir çözüm bulmuş. Gün ışımasından itibaren herhangi bir an güneş ışığını kesmek istediğinizde uzaktan kumandalı perde sistemi devreye giriyor. Bunun yanı sıra her şeyin en yalınını seven ev sahipleri, evin ön yüzünde doğal perde oluşturacak şekilde çelik halatlara mor salkım sardırmaya başlamışlar.


Evin dışarıdan görünen ultra modernliğine, sadeliğine ve şeffaflığına inat, içindeki eşyalar bir köşke yakışacak cinsten tarihi özellikte. Bir köşede Halid Ziya’nın masa saati ve mürekkep seti, diğer köşede ise onun oğlu (Emine Hanım’ın da amcası) Vedad Uşaklıgil’in Florya’daki evinden getirdiği antika yazı masası duruyor. Annesi Leyla Abalıoğlu’nun hediyesi, mutfaktaki duvarda asılı Flora Danica desenli porselen tabaklar da görmüş geçirmiş, soylu bir İstanbul ailesine aitliği gösteren unsurlardan. Evde belki klasik anlamda duvar yok ama Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi duayenlere ve genç sanatçılara ait çok sayıda tablo, heykel ve diğer eserler hemen göze çarpıyor. Belli ki ev sahipleri sanata meraklı. Okumayı seven Emine- David çiftinin evinde kitaplar hep baş köşede. Kurtuluş Savaşı tarihinden Baudelaire’e uzanan, sahibinin tercihlerini hemen belli eden bir seçki söz konusu.