İstanbul’un Fatih İlçesi’nde Saraçhanebaşı’ndaki Fatih Parkı’nda bulunan anıttır. Mimar Vedat Tek tarafından tasarlanan Hava Şehitleri Anıtı, Türkiye havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sarık ve Nuri beyleri anmak 1916’da dikildi.
Hava Şehitleri Anıtı’nın tarihçesi nedir?
Fatih, Saraçhanebaşı’nda yer alan Hava Şehitleri Anıtı, mimar Vedat Tek tarafından tasarlandı. Türkiye havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sarık ve Nuri beyleri anmak adına yapılan anıt 1916’da dikildi. 1914’te Enver Paşa’nın emriyle İstanbul’dan Kahire’ye göreve gönderilen bu üç pilot, uçuşu tamamlayamadan şehit olmuştu. Mermer kaide üstünde kırık bir sütun şeklindeki anıt, tamamlanamamış bu uçuşu temsil eder. Her yıl hava şehitlerini anmak üzere anıt önünde bir tören düzenlenir.
Hava Şehitleri Anıtı nasıl tasarlandı?
Türk havacılığının ilk şehitleri için kazanın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra başkentte bir abide dikilmesine ve hatıralarının ebediyyen yaşatılmasına karar verilmiştir. İlginçtir ki teşebbüs esnasında gerçekleşen üç kazanın ve yaşamını yitiren üç değerli tayyarecinin hemen ardından yaşanan fecaatte ihmali görülen kişilerin araştırılması yerine hadise kamuya mâl edilmeye çalışılmıştır. Bunun için de dönemin en gözde Türk mimarlarından Vedat (Tek) Bey’e bir abide projesi hazırlatılmıştır. Eserin mimarı Vedat Bey’in bir fotoğrafı ile projesinin çizimi Miladi 17 Mart 1914/Rumi 4 Mart 1330 tarihli Tanin Gazetesinde yayınlanır. Proje çizimi incelendiğinde anıtın günümüzdeki abide ile aynı olduğu ya da başka bir deyişle gazetede yayınlanan projeye sadık kalındığı görülür. Tanin Gazetesi, Şehzadebaşı semtinden Fatih Camiine çıkan yol üzerinde inşaatına başlanan Fatih Belediye Dairesi’nin önüne dikilmesi tasarlanan anıt hakkında şu bilgileri verir; “Abide resimde de görüldüğü gibi çimenzaz bir alanın ortasına konulan kaide üzerinde yükselen üstüvani nitelikte ve baş tarafı kırık bir sütun şeklidedir. Sütunun kırık olmasının sebebi ise görevin natamam kalmasına yapılan vurgudur. Sütunun üzerinde tunçtan imal edilen gayet büyük madalyalar bulunmaktadır. Esasen şehitlerimiz, seyahatlerini tamamlayabilselerdi bu madalyaları almış olacaklardı. Madalyaların bir tarafında tayyare resmi, diğer tarafında ise İstanbul-Kahire isimleriyle seyahatin tarihi nakşedilecektir. İşte memleketimizin terakki yollarında fen ve vazife namına ilk verdiği kurbanların namları bu suretle yaşayacak ve evlatlarımız bu sütun önünden geçerken babaları arasında böyle büyük ve yüksek gayeler için hayatını feda etmiş cesur insanlar olduğunu bildikleri için göğüsleri kabaracaktır”.
Hava Şehitleri Anıtı ne zaman dikildi?
Miladi 2 Nisan 1914/Rumi 20 Mart 1330’da ise anıtın temel atma töreni gerçekleştirilmiştir. Yaşananları yine Tanin Gazetesinden takip edecek olursak, temel atma töreninde kaidenin yerleştirileceği alan öncelikle bir tahta perde ile çevrilmiştir. Abidenin bugünkü Fevzipaşa Caddesi’ne bakan kısmında vekiller, Bahriye’nin üst düzey rütbelileri ve mebuslar için, Fatih Belediyesi’ne bakan kısmına da tayyareciler, ayan üyeleri ve ümera için oturma locaları inşa olunmuştu. Tören alanı Bahriyeli erler, jandarma ve polisler tarafından çevrilmiş olup, kadınlar için de ayrı bir bölüm ayrılmıştı. Padişahı temsilen seryaver Salih Paşa’nın yanı sıra Harbiye, Bahriye, Dahiliye, Adliye ve Nafia Nazırlarıyla Ayan Meclisi’nden Rıza ve Salih Paşalar, Amiral Limpus Paşa, İstanbul mebusları Hüseyin Cahid Bey ile Manuel Karasu Efendi, Gümülcine mebusu Hüseyin Fehmi, Karesi mebusu Ferhad Bey törende hazır bulundular.
Hava Şehitleri Anıtı hangi olayın anısına dikildi?
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine damgasını vuran İttihat Terakki Cemiyeti, hem 2. Meşrutiyetin ilanı, hem de Trablusgarp ile Balkan harplerinde uğranılan hüsran neticesinde yaşanan toprak kayıplarının ızdırabını hafifletmek amacıyla, propaganda amaçlı bir takım faaliyetlere imza atar. Bu tarz faaliyetlerden amaç, Osmanlı Devletinin halen dünya siyasetinde etkin ve saygın bir güç olduğunun gösterilmesidir. Ayrıca Balkan Savaşları sonrasında İttihatçılar arasında güçlenen Türkçülük akımıyla bağlantılı olarak yükselişe geçen Arap milliyetçiliğine karşı da Türk-Arap kardeşliğini tesis edecek bir hadiseye ihtiyaç vardı. Ancak yeterli derecede tedbir alınmadan girişilen bu teşebbüs, büyük bir hüsranla neticelenecektir. Zira daha emekleme aşamasında olan Türk havacılığı, en usta iki pilotu olan Fethi ve Nuri Beyleri bu girişim sonrasında kaybedecektir. Türk Havacılığı üzerine yaptığı bir çalışmasında Süreyya İlmen, söz konusu eksikliği şu satırlarla dile getirir; “O zamanlar böyle bir seyahate daha memleketimiz hazır değildi. Tayyarecilerimizin Mısır’a kadar uzun bir mesafeyi katedebilmeleri için, bu güzergah üzerinde bulunan en az birkaç şehrimizde tayyare hangarları, benzin depoları, tamir atelyeleri gibi sair tesisatın mevcut olması gerekirdi. Bu gibi ihtiyaçlar nazarı itibare alınmayarak Avrupa’da yapılan tayyare seyahatleri misilli bir seyahat icrası emredildi.”
Gerçekten de dönemin gazeteleri incelendiğinde her iki tayyarecinin de uçaklarının bakımı ile gayet zorlu şartlarda, bizzat ilgilenmek zorunda kaldıkları görülür. İttihatçılar, ne yazık ki bu felaketten bir ders çıkarmadıkları içindir ki Aralık 1914 Sarıkamış Taarruzu ya da 1915 Ermeni Tehciri gibi, hazırlığı iyi yapılmamış teşebbüslerde benzer insanlık trajedileri yaşanmasına neden olmuşlardır.
1914’e gelindiğinde dünya büyük bir savaşın eşiğindedir. Gerçi 1905’de Fas krizi nedeniyle Almanya, Fransa (dolayısıyla İtilaf Cephesi ile) savaşın kıyısından dönmüşse de, bu badire büyük devletlerce Almanya’ya Afrika’dan bazı sömürge alanları tahsis edilmesiyle fazla büyümeden atlatılmıştır. Ancak yeni bir kıvılcımın çıkması an meselesidir. Osmanlı Devletinin mukadderatını ellerinde tutan İttihatçılar ise olası bir savaşta Osmanlı devletinin tarafsız kalmasının yıkım anlamına geldiği kanısını taşımaktadırlar. Her ne kadar Cemiyetin doğrudan üyesi olmasa da onlar kanalıyla sadarete getirilen Mahmut Şevket Paşa gibi İngiltere’ye, ya da İttihatçıların Bahriye nazırı Cemal Paşa gibi Fransa’ya yakın duran simalar varsa da cemiyetin önde gelen üyeleri İtilaf devletleriyle giriştikleri bir dizi teşebbüs akamete uğrayınca Almanya’ya yakınlaşacaklardır.
1914 yılı içinde üç Fransız pilotunun üç farklı uçakla gerçekleştirdiği Paris-Kahire uçuşu, Osmanlı ülkesinde büyük alaka uyandırmıştı. İstanbul ve Kudüs üzerinden Kahire’ye ulaşmayı hedefleyen uçaklardan ikisi başarılı olurken, biri Toroslar’dan öteye gidememişti. Bu teşebbüsün halkın üzerinde bıraktığı etkiden yararlanmayı amaçlayan İttihatçılar, iki uçaktan oluşan küçük bir filonun Suriye ve Filistin üzerinden Kahire’ye bir sefer yapmalarını kararlaştırdılar. Ancak yeni gelişmekte olan Türk havacılığı için bu mesafe son derece riskli idi. Türk havacılığının temelleri 1911’de Trablusgarp Savaşı’nın hemen sonrasında atılmış, 1912’de Yeşilköy’de bir hava uçuş okulunun açılmasıyla da ivme kazanmıştı. Sonuçta Yüzbaşı Fethi ve Teğmen Sadık Bey’lerin Muvanet-i Milliye, Yüzbaşı İsmail Hakkı ile Üsteğmen Nuri Beyler’in de Prens Celaleddin uçağı ile bu mesafeyi kat ederek Osmanlıların semaya olan hakimiyetlerini kanıtlamalarında mutabık kalındı. Uçulacak mesafe yaklaşık 2500 kilometreydi ki, devrin gazetelerinin verdiği malumata bakılırsa o vakte kadar Türk pilotlarının katettiği en uzun mesafe Yeşilköy-Edirne arasıydı. Üsteğmen Fethi ve üsteğmen Fazıl Beyler geliş gidiş mesafesi olarak 400 kilometrelik Edirne-İstanbul yolunu bir günde kat etmişlerdi.
Pilotlar güzergah olarak Eskişehir-Afyon-Konya-Ulukışla-Adana-Halep-Hıms-Beyrut-Şam-Kudüs-el-Ariş-Port Said ve oradan da Kahire istikametini takip edeceklerdi. Güzergah içindeki en tehlikeli bölgeler Ulukışla-Adana, Adana-Halep ve Beyrut-Şam merhaleleri idi. İlkinde 80-90 kilometrelik bir saha boyunca uzanan Toroslar, ikincisinde İskenderun Körfezi civarındaki Amanos Dağları ve sonuncusunda da Lübnan Dağları aşılmak zorunda kalınacaktı. Pilotlarımız üç büyük engeli de aşmış, ancak sonrasında her iki tayyaremiz de kazaya maruz kalmıştır.
8 Şubat 1914’e gelindiğinde Yeşilköy’deki hava alanında görkemli bir uğurlama gerçekleşti. İttihat Terakki’nin üç önemli siması olan Enver, Talat ve Cemal Paşalar törende hazır bulundular. Dönemin Bahriye Nazırı Çürüksulu Mehmet Paşa’nın uçma isteği, Yüzbaşı Fethi Bey tarafından yerine getirilerek Paşa’ya gökyüzünde kısa bir tur yaptırıldı. Bu Fethi Bey’in ilk önemli yolcusu değildi. Nitekim kendisi 1913 yılında Talat Paşa’ya da benzer bir tecrübe tattırmıştı. Törende Enver Paşa, pilotları cesaretlendirmek amacıyla “Osmanlıların medeni cesaretinin sembolü oldukları” fikri çerçevesinde bir nutuk vermiştir. Beşinci Murat’ın kızı Hatice Sultan’ın da bir buket gönderdiği tören sonrasında havacılarımız Enver Paşa’nın elini öpüp meydandakilerin dualarını alarak alandan havalandılar. Önce saat 9 sularında Prens Celaleddin uçağı ile pilot Üsteğmen Nuri Bey ve rasıtı yani gözlemcisi Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, birkaç dakika sonra da Muavenet-i Milliye adlı uçak ile pilot Yüzbaşı Fethi ve rasıtı Teğmen Sadık Bey havalandılar. Daha yolculuğun başında ciddi sıkıntılar başgösterdi. Pilotlarımız kalkışa geçtiklerinde gittikçe artan bir sis bulutuyla karşılaştılar. Hatta kalkış sonrası 300 metreye yükseldikten sonra gözden kayboldular. Törende hazır bulunanlar, dönemin gazetelerine bu mesafeden sonra sadece motor sesini duyduklarını beyan etmişlerdir. Nitekim yoğun sisten dolayı Nuri Bey’in kullandığı Prens Celaleddin uçağı, ancak Kartal’a kadar gelebilmiş, buradan Ayastefanos’a yani Yeşilköy’e geri dönerek sisin dağılmasını beklemek zorunda kalmıştır. Fethi Beyin kullandığı Muavenet-i Milliye ise yoluna devam etmiş, fakat Adapazarı’nda zorunlu inişe geçmeye mecbur olmuştur. Söz konusu girişime verilen önemin bir ispatı da şudur ki devrin gazeteleri pilotların iniş yaptıkları yerlerde hususi muhabirleri vasıtasıyla ve telgraf aracılığıyla an be an haber almakta, bu haberleri de her gün okuyucuları ile paylaşmaktaydılar. Nitekim Tanin’de çıkan bir gazete haberine göre Fethi Bey, Adapazarı’na indikten hemen sonra bir postahane bularak İstanbul’a telgraf çekmiş, ve arkadaşlarının akıbetini öğrendikten sonra rahatlamıştır. Burada bir takım küçük tamirler yapıp yola koyulmuştur.
Yolculuğun en zorlu ve merakla beklenen kısımlarından bir tanesi Torosların aşılmasıydı. Fethi Bey’in kullandığı Muavenet-i Milliye, 21 Şubat’ta Adana’dan kalktıktan bir süre sonra ciddi bir tehlike atlatır. Tayyare Adana’nın 40 km kadar uzağında bulunan Misis’e zorunlu iniş yapmaya mecbur olur. Süvari Fethi Bey, Adana’da bulunan makinist Cemal Efendi’nin derhal bölgeye gönderilmesini telgrafla rica eder. Gerekli tamir sonrasında yeniden yola çıkılır. Nuri Bey ise uçağının performansına güvenemediği için rasıtını karayolu ile Adana’ya yollarken bu suretle hafifleyen Prens Celaleddin tayyaresiyle Toroslar’ı aşmış, sonrasında da sorunsuz bir şekilde Halep’e ulaşmıştır. Buna rağmen Muavenet-i Milliye, yolculuk esnasında diğer uçağın epey önüne geçerek 24 Şubat’ta Şam’a varmayı başarmıştır. Uçak, 6-7 dakika kadar Şam semalarında dolandıktan sonra halkın coşkun sevgi gösterileri eşliğinde Merce Meydanı’na inmiştir. Aslında bu meydanın iniş için seçilmesi son derece manidardır. Zira meydanda bulunan ve Telgraf ya da Merce Anıtı adını taşıyan abide, şehirdeki Osmanlı egemenliğinin en müşahhas örneklerinden biridir. Abidenin tepesinde Osmanlı iktidarının sembolü olan Yıldız Sarayı’nın küçük bir maketi bulunmaktadır. Anıt, telgraf hattının Şam’a ulaşması vesilesiyle Sultan II. Abdülhamid tarafından inşa olunmuştu. Nitekim ilerleyen yıllarda yargılanan ve Cemal Paşa tarafından idama mahkum edilen Arap milliyetçileri de bu meydanda asılacaktır.
Bu başarı, İttihat Terakki iktidarı açısından hem bölge halkının Osmanlı Devletine bağlılığının devamı, hem de cemiyetin ülke genelindeki propagandası açısından müthiş bir malzeme kaynağıdır. Tayyarecilerimiz onuruna, Şam’daki İttihat Terakki Kulübü’nde büyük bir ziyafet verilir. Ziyafet sonrasında Osmanlılığın şan ve şerefi namına, Arapça ve Türkçe ateşli nutuklar söylenir. Akşamüzeri de belediye dairesinde pilotlarımız onuruna bir yemek tertip edilir. Bu yemek sırasında “Dımışk” adı verilecek bir uçağın Şamlılar tarafından satın alınarak Harbiye Nezareti emrine verilmesi kararlaştırılır. Ayrıca törende her iki pilota da süslü birer kılıç takdim edilir. Sonrasında akşamın geç vakitlerine doğru tekrar İttihat Terakki Kulübü’ne gelinir. Bu sefer de yabancı konsolosların ağırlandığı bir büfe hazırlatılır. Böylelikle Avrupalı sefirlere, Osmanlıların terakki etme konusundaki azim ve isteklerini gösterme fırsatı yakalanmış olur. Tayyarecilerimiz, geçtikleri yerlerde Osmanlı Devletinin gücünü sembolize etmek ve halkın da bağlılığını pekiştirmek amacıyla gösteri uçuşları yapmaktadır. Ertesi gün Şam Kolordu Komutanı Mehmet Ali Paşa, Fethi Bey tarafından Şam semalarında dolaştırılır. Tanin Gazetesine inanmak gerekirse, gösteriyi 150 bin civarında insan izlemiştir. Şam’da üç gün kalan pilotlarımız, 27 Şubat 1914’de Kudüs’e doğru havalanırlar. Ancak havalanmadan önce Fethi Bey, gelişmeleri günü gününe izleyen Tanin Gazetesinin muhabirine son demecini verecektir. Bu demeçte, Şam halkının kendilerine gösterdiği ilgiyi ömür boyu unutmayacağını ifade ile, buradan havalandıktan iki saat kadar sonra Kudüs’e inmeyi tasarladığını beyan etmiştir. Ne yazık ki Fethi Bey’in bu temennisi gerçekleşemeyecektir. Pilotlarımız ebedi istirahatgahlarının burası olacaklarını tabii ki tahmin edememişlerdir. Fethi ve Sadık Beyler’in kullandıkları Muavenet-i Milliye adındaki uçak, Kudüs’e 80 km kadar yaklaştığı sırada Taberiye gölü yakınlarından geçerken Küfrühar denilen mevkide, tahminen şiddetli bir hava akımına yakalanmış ve bunun sonrasında kayalıklara çarparak düşmüştür. Kaza sonrasında her iki pilotumuz da şehit olmuştur. (Kaynak: gezgindergi.com)