İzmir’in Konak İlçesi’ndeki tarihi çarşı. Kemeraltı olarak da bilinen Kemeraltı Çarşısı’nın tarihi 1600’lü yıllara kadar uzanmaktadır. İşte tarihi Kemeraltı Çarşısı’na detaylı bir bakış…
Kemeraltı, Konak, İzmir
Kemeraltı nerededir?
İzmir Kemeraltı Çarşısı (özellikle İzmir içinde kısaca "Kemeraltı" da denilir) İzmir il merkezi Konak ilçesinde Mezarlıkbaşı semtinden başlayarak Konak Meydanı’na kadar ulaşan ve ticari faaliyetlerin yoğun şekilde yaşandığı semt ve çarşı. Fevzipaşa Caddesi ve Eşrefpaşa Caddesi çarşının kara sınırlarını oluşturur.
Kemeraltı Çarşısı’nın özellikleri nelerdir?
Günümüzde Kemeraltı Çarşısı, İzmir’in önemli bir alış veriş merkezi haline gelmiştir. Tonoz ve kubbeli bazı dükkânlar özelliğini korumuş olmalarına rağmen çoğunlukla modern iş merkezleri, mağazalar, kafeteryalar ve sinemalar burada toplanmıştır. Bunların yanı sıra Türk el sanatları örneklerini yansıtan seramiklere, çini panolara, ağaç eserlere, madeni eserlere, düz dokuma yaygıları ile halı ve kilimlerin satışının yapıldığı dükkânlar da burada bulunmaktadır. (Kaynak: Wikipedi)
Kemeraltı Çarşısı’nın tarihçesi nedir?
1638 tarihli gravürlerde rastlandığı şekilde İzmir’in o dönemdeki yerleşim alanının ortasında, Hisar Cami’ne de adını veren Hisar’ın sağ tarafında bir iç liman bulunuyor. En açık şekilde Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sindeki anlatımlarda rastladığımız bu liman, Roma İmparatorluğu’nun hakimiyet dönemlerine, yani milat tarihine dek götürülebiliyor.
Kemeraltı ise, liman girişini savunmak üzere inşa edilmiş bir kalenin varlığı ile ortaya çıkıyor. Limanın ağzında konumlanan ve 12. yy'da Bizanslılar tarafından kurulan İzmir Liman Kalesi, iç liman güvenliğini sağlamak hem de şehir savunmasında kilit oluşturması açısından önem taşıyordu. Farklı adlarla anılan kale, yabancı kaynaklarda ‘Neon Kastron’ veya ‘Ceneviz Şatosu’ olarak adlandırılırken, Hristiyan topluluklar tarafından ele geçirildikten sonra ise ‘Castrum Smyrnarum’ olarak isimlendiriliyor. Bu mevki, St. Jean şövalyelerine devredilince St. Petros kalesi ile tanınmaya başlıyor ve sonraki dönemlerde Le Chatesu veya Hafen Kastell isimleriyle farklı kaynaklarda yerini alıyor.
16. yy Osmanlı kaynaklarında ise ilk olarak “Kal’a-İzmir-i Cedid” (Yeni İzmir Kalesi) olarak karşımıza çıkan kale, sonraları ‘Ok Kalesi’, ‘Liman Kalesi’, ‘Hisar’ ve ‘Soğan Kalesi’ gibi adlar alıyor.
Hem kale, ama daha da önemsenmesi gereken şekilde iç liman, Kemeraltı’nın karakteristik özelliklerini de belirliyor denilebilir. Örneğin Kemeraltı Çarşısı’nın yay biçiminde oluşu, Roma dönemindeki bu iç liman rıhtımına göre şekillenen bir yerleşimin izleri olarak görülüyor.
Tarihi boyunca pek çok kez doldurulmuş olan sahil şeridinde hep yeniden yerleşen bu yay biçimindeki çarşının yapı adaları da, sokakları da onu takip ediyor. Ana caddeyi ışınsal olarak kesen sokaklar ise, çeşitli güzergahlarla Gazi Osman Paşa Bulvarı’na ulaşıyorlar. Kemeraltı’nın yürüyüş aksı üzerinde bulunan beş cami ise, özellikle konulmuşçasına, ışınsal akslar ile paralel sokakların kesişim noktalarında konumlanıyorlar: Şadırvanaltı Cami, Kestanepazarı Cami, Başdurak Cami ve Kemeraltı Cami...
İlk yapıldığı yıllarda Kemeraltı Çarşısı üzeri tonoz ve kiremit örtülü, sokakları kapsayan bir kapalı çarşı görünümündeydi. Çarşı XX. yüzyılın sonlarına kadar bu özelliğini koruyor. Bugün üzeri açık olan ara sokakların bir bölümünün ise üzerinin beşik tonozla örtülü olduğu biliniyor.
Kemeraltı Çarşısı’nın limandan başlayarak gelişen bir toplumsallık merkezi haline gelmesi ise, 17. yy Osmanlı’sına rastlamıyor. 19. yüzyılda İzmir’in ticaret hayatının can noktası olan bu çarşı eski hanlar ve bedestenleri kapsıyordu. Buradaki dükkânlar daha çok yerli halka ve dar gelirli ailelerin gereksinimini sağlıyordu. Çarşı; demirciler, kömürcüler, çiviciler, baharatçılar ve saman pazarı gibi ticarethaneleri ile bugün bildiğimiz canlı kamusallığa meydan vermeye başlamıştı.
7.000 yıllık ömründe kesintisiz olarak ticari faaliyette bulunan İzmir Tarihi Kemeraltı Çarşısı bugün, 270 hektarlık bir bölgede ve 230’u aşkın farklı işkolunda, 800.000 i aşkın değişik ürün çeşidi ile 14.482 işyerini, 10.000’i aşkın esnaf ve taciri barındırıyor. 75,000 çalışanı ve günlük minimum 150,000 maksimum 750,000 ziyaretçisi ise İzmir’in bütün kamu kurum ve kuruluşlarını kapsayan, ama aynı zamanda İzmir’in kültürel ve tarihi mirasının çoğunu içerisinde barındıran Çarşı, doğu ve batı pazarının İstanbul’ dan sonra, en önemli bağlantı noktası durumunda.
Kemeraltı’nın tarihi yapıları hangileridir?
Kemeraltı Çarşısının içinde yıkılmış olan eserler yanında ayakta kalmayı başarmış önemli yapılar da vardır.
KATİPOĞLU KONAĞI: XIX. yüzyıldan itibaren oluştuğunu belirttiğimiz konak çevresindeki kamusal mekanın başlangıcı İzmir’in ünlü ayan ailesi Katipoğulları’na uzanmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren varlığını bildiğimiz aile, belirtilen yüzyıl içinde giderek güçlenmiş ve İzmir’in yönetiminde en etkili odaklardan birisi olmuştur. İşte Konak meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir’in ilk Konak meydanıdır. Konağın arka tarafında küçük bir türk mezarlığı olan sulu mezarlık, Meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı. II. Mahmut’un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgahı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul’a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864'de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur.
Konağın arka tarafında küçük bir türk mezarlığı olan sulu mezarlık, Meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı.
II. Mahmut’un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgahı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul’a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864'de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur.
HÜKÜMET KONAĞI: Kâtipzade Konağı 1867 yılında yıktırılır ve yeni konak 1868 - 1872 yılları arasında inşa edilir. Hükûmet Konağı'nın tamamlanmasına kadar geçen zamanda da, kıyıdan biraz daha içeride bir bölgede bulunan yapılar kullanılır ve birkaç yıl süren bu dönemde söz konusu bölgeye günümüze "Başdurak" olarak gelen "Başoturak" denir.
1970'te yanan Hükûmet Konağı kısa zamanda tamamen yıkılır. Birinci ve İkinci Meşrutiyet dönemlerini, işgali ve Cumhuriyetin 75 yıllık heyecanını yaşayan ve 129 yıldır İzmir'e hizmet eden bu yapının ana binası aslına sadık kalarak onarılır. Ancak çevresindeki binalar yıkılarak yerlerine günümüzde de kullanılan çok katlı hizmet binaları yapılır. Bu binalarda başta Konak Kaymakamlığı, İzmir Emniyet Müdürlüğü ve Nüfus Müdürlüğü olmak üzere birçok kuruluş hizmet vermektedir.
İZMİR SAAT KULESİ (HAMİDİYE KULESİ): İzmir Saat Kulesi, yapılışından günümüze değin İzmirli'lerin buluşma noktalarından biri olup Konak Meydanı’nda yer alır. II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25. yılı için 1901'de Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan mimara yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır ve kolonlar Kuzey Afrika temasını esinlendirir. Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhelm'in hediyesidir
İzmir Konak Meydanı’ndaki Saat Kulesi, eski Sarıkışla önünde bulunuyordu. Sultan II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılında eski sadrazamlardan ve İzmir Valisi Kıbrıslı Kamil Paşa tarafından h.1307 (1901) tarihinde yaptırılmıştır. Kıbrıslı Kamil Paşa’nın oğlu Bahriye Mirlivası Sait Paşa ve Belediye Reisi Eşref Paşa’dan oluşan bir komisyon kulenin yapımını üstlenmiştir. Kulenin yapımından önce İstanbullu kuyumcu Zingulli Usta tarafından kulenin küçük bir maketi yapılmıştır. Buradaki Fransızca bir kitabeden mimarının İzmirli S.Raymond olduğu öğrenilmektedir. Kulenin ilk ismi Hamidiye Kulesi idi.
Saat Kulesi’nin kaidesi beyaz mermerden, diğer bölümleri kesme taştan yapılmıştır. Dört basamaklı, haç biçiminde bir platform üzerinde 25 m. yüksekliğinde, sekizgen kaideli ve dört katlı bir yapıdır. Buradaki sekizgenin dar kenarlarında dörder küçük sütun üzerine oturan sebillere yer verilmiştir. Bu sebiller at nalı kemerli olup, baldaken biçimindedir ve üçer çeşmesi ile kurnası, ortasında da fıskiyeleri bulunmaktadır. Bu fıskiyelerden iki tanesi günümüze gelememiştir. Baldakenlerin üzeri kubbelerle örtülmüştür. Sebiller arasında kalan dört cepheye de at nalı şeklinde kemerler ve demir şebekeli açıklıklar bırakılmıştır. Ayrıca tümünün üzerini bir saçak örtmüştür.
Saat Kulesi’nin sekizgen kaidesi üzerinde sütunlu bir galeri ile onun da üzerinde köşeleri pahlanmış kare prizma şeklinde gövde bulunmaktadır. Bu gövde oldukça zarif başlıklı küçük kubbeli kaideli sütunların birbirlerine bağlanması ile üç dilimli bir görünüm kazanmıştır. Buradaki galeri ve çeşmelerde kullanılan yeşil ve pembe renkli sütunlar Marsilya’dan getirilmiştir. Bu sütunların başlıkları ve köşeleri bitkisel süslemelerle bezenmiştir.
Gövdenin dört bir yönüne at nalı kemerli küçük pencereler açılmıştır. Bunların üzerinde doğu ve batı yönlerinde küçük birer Osmanlı arması, kuzey ve batı yönlerinde de Sultan II. Abdülhamit’in tuğraları kabartma olarak yerleştirilmiştir. Bununla beraber Cumhuriyetin ilanından sonra, 1927 yılında çıkan “Milli ve Resmi binalarda kullanılan tuğra ve methiyelerin kaldırılmasını” içeren kanun nedeni ile buradaki tuğra ve armalar kaldırılmış, yerlerine ay yıldız kabartmaları konulmuştur.
Kulenin 12 küçük sütun üzerine oturan dördüncü katı ana gövdeden çok daha dardır ve üzerini ay şeklinde alem olan metal bir kubbe örtmektedir. Bu bölümde günümüzde çalışmayan saatin çanı bulunuyordu. Ancak bu bölüm 1974 depreminde yıkılmış ve 1976’da onarılmıştır.
Saat Kulesi’nin gövdesi içlerinde beş kollu yıldızların bulunduğu baklava dilimleri ile doldurulmuştur. Gövdenin üst bölümü üç sıra mukarnasla genişletilmiş ve buraya 75 cm. çapında, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesi olan dört saat konulmuştur. Bu saatlerin mekanik bölümleri demir köşebentler ve döküm ayaklar üzerine oturtulmuştur. 22 dişli çarktan oluşan saat parçaları üzerinde 1901 tarihi görülmektedir.
HACI SALİH PAŞA ŞADIRVANI (Ali Paşa Meydanı Şadırvanı): Salih Paşa Şadırvanı, Kemeraltı’nda, Ali Paşa Meydanı denilen alanda bulunmaktadır.
Şadırvanın kubbe eteğinin iç kısmında bulunan sülüs hat ile ve kuşak şeklinde yazılmış uzun kitabesinden öğrendiğimize göre şadırvanı (Çeşmeyi) 1244 (1828) yılında Hacı Salih Paşa yaptırmıştır. Ancak bu sıralarda Hacı Salih Paşa İzmir’de olmadığı için şadırvanın inşaatını “Bendesi” (yani manen kendisine bağlı olan) İzmir A’yanı Çeşmeli Ahmet Reşit Efendi gerçekleştirmiştir. Diğer bir ifade ile şadırvanın banisi Hacı Salih Paşa, inşaata nezaret eden ise Ahmet Reşit Efendidir.
Şadırvanın haznesi (su deposu-havuzu) sekizgen planlıdır. Su havuzunun üzerine soğan kubbe şeklinde süslemeli bir ferforje demir imalatı yerleştirilmiştir. Hacı Salih Paşa Şadırvanı’nı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş, dış tarafı kurşun, kaplı ve üzerinde âlemi de bulunan, yaklaşık 8 metre çapında büyük bir kubbe tamamlamaktadır. Kubbe sütunlarının başlıkları süslüdür ve birbirlerine yuvarlak kemerlerle bağlıdır. Kubbe kemerlerinin köşelikleri, stilize edilmiş çiçek buketleri ile çarkıfelek ve altı köşeli yıldız şeklinde rozetlerle süslenmiştir.
Kuzeydoğu yönündeki bir kemer köşesi üzerinde ise iki minareli kubbeli bir camii tasviri de bulunmaktadır. Ayrıca sütun başlıkları üzerinde girland benzeri motifler de göze çarpmaktadır.
Şadırvanın hazne çevresini kaplayan ve üzerlerinde çeşme musluklarının da bulunduğu mermer aynalar, palmet motifleri ile taçlandırılmış ve bu durum şadırvana ayrı bir güzellik kazandırmıştır. Şadırvanın kubbesinin iç kesimi göbek merkezinden dışa doğru genişleyen daireler halinde ve çizgi şeklinde motiflerle bezenmiştir.
Kubbenin altında bulunan esas şadırvan üzerinde ise ayrıca bir de tamir kitabesi vardır. Bu kitabeden öğrendiğimize göre Hacı Salih Paşa Şadırvanı “uzun yıllardan beri harap ve kullanılamaz durumda iken” Muharrem 1312 (Temmuz 1894) tarihinde Sultan II Abdülhamit tamir ettirerek yenilemiştir. Sözün kısası İzmir’in Türk-İslam geçmişinin güzel hatıralarından biri olan Salih Paşa Şadırvanını Sultan II Abdülhamit Han’a borçluyuz. (Kaynak: M. Ozan Semerci, www.fidandergisi.net)
İZMİR GURABA-İ MÜSLİMİN: 19. Yüzyılın ilk yarısında İzmir'de Rumlar, Museviler, Ermeniler ve diğer azınlıklara ait hastaneler varken, Türklere ait resmi bir sağlık kuruluşu yoktu.1849 yılında meydana gelen deprem ve salgın hastalık nedeniyle, Emin Muhlis Paşa tarafından ilk Darüşşifa kurulmuştur. Bu arada İngiliz mezarlığı olan hastanemizin bulunduğu yer, İngilizlerin ölülerini memleketlerine götürmelerinden sonra, hastane yapılmak koşuluyla İngiliz Konsolosluğunca Türklere verilmiştir. Emin Muhlis Paşa, padişahın izni ve halktan toplanan bağışlarla 1851 yılında kadın ve erkeklere mahsus olmak üzere taş ve ahşaptan oluşan bu hastaneyi inşa ettirmiştir.
Hastane o zaman 62 yataklı olup, 1 cerrah, 1 eczacı, 1 müdür, 1 katip ve 1 hademe kadrosuyla hizmete girmiş ve hastaneye " İZMİR GURABA-İ MÜSLİMİN" adı verilmiştir. O yıllarda, yılda 6000 civarında hasta bakılmaktaydı. Bütçesi 1875 yılında 1650.- , 1891 yılında 2350.- liraydı. İlk resmi Başhekimi de (1879 yılında) Cerrah Mustafa Enver (Birgivi) Paşa idi. Zamanla hastane, ihtiyacı karşılayamaz hale gelince 1897 yılında Vali Kamil Paşa, eski cephane depolarının bulunduğu yerinde hastaneye verilmesini sağlamış ve yapılan eklerle 1903 yılında 216 yatağa çıkarılmıştır.
Bina otuz koğuştan ibaret olup içinde İdare Meclisi odası, mescit, pansuman odaları, mahpus koğuşu, Hamidiye Sanayi Mektebi talebelerine mahsus ayrı bir koğuş ve bahçe içinde laboratuar hayvanları için küçük bir ev bulunmaktaydı.
Ayrıca yine bahçede saf su ve gül suyu imal edilen bir imbikhane olup, burada imal edilen gül suyu satılarak hastaneye yılda 35.- lira kar sağlanmakta imiş.
Hastanenin diğer önemli bir bölümü ise eczane olup, tavanı süslemeli ve dolapları Lyon şehrinde BİNBAY ağacından yapılmıştır. Ayrıca eczanede ilaçların muhafazasında süslemeli kavanozlar kullanılmaktaydı. Eczanenin baş eczacısı Süleyman Ferit Bey'di.
Hastanenin bütçesi yılda Sadaka-i Hazreti Padişah'dan 44.- lira 98 kuruş 10 para, hanlarda tartılan meyve ve saman kantariyesinden alınan 226.- lira, hastanede ölenlerin gömülmesinden alınan 350.- lira, Osmanlı Bankasından 54.- lira, Reji idaresinden bağış olarak 57.- lira, Ali Paşa meydanı hasılatından 13 lira 80 kuruş alınması suretiyle temin edilirdi.
1913 yılında İdare-i Vilayeti Umumiye Kanunu ile Guraba-i Müslimin olan hastanenin adı İzmir Memleket Hastanesi olarak değiştirilmiş,
1950 yılında da Sağlık Sosyal ve Yardım Bakanlığı'na geçmiş ve İzmir Devlet Hastanesi adını almıştır. Bu arada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin bir bölümü şimdiki yerine geçinceye kadar bu binada faaliyet göstermiştir.
İzmir Devlet Hastanesi'nin 30 Nisan 1982 tarihinde Basın Sitesi semtindeki yeni binasına taşınmasından sonra yeniden onarılan bina, 2 Mart 1985 tarihinden itibaren İzmir Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi olarak hizmete girmiştir. Hastanenin ismi, 2000 yılında, Dr.Ekrem Hayri Üstündağ Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi olarak değiştirilmiştir.
İZMİR YETİMHANESİ: 1891 'de kurulan ve Piçhane adıyla bilinen bu yapı 1831 yılında vebalılar için St.Rock Hastanesi olarak inşa edilmişti.Bizans mimarisinin süsleme özelliklerinden izler taşıyan bu neo-klasik yapı,1845 yılında Fransızlar tarafından onarılarak fakir hıristiyanların bakımına ayrılmıştı.
İzmir’in işgaliyle Yunanlılar tarafından öksüz Rum çocukları için kullanılır. Bu dönemde Türkler tarafından takılan “Piçhane” adı günümüze kadar gelir. Cumhuriyet döneminde önce Halk Sağlığı Enstitüsü ardından uzun yıllar İl Sağlık Müdürlüğü olarak kullanılan yapı 1984 yılında Kültür Bakanlığı’na devir olunur. Bir bölümü İzmir Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılırken, büyük bölümü ise 1987 yılından bu yana İl Kültür Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir.
İZMİR KEMERALTI POLİS KARAKOLU: Anafartalar Caddesi No:75’te bitişik nizamda “ters-L” plânlı iki katlı bir binadır. Kâgir (taş + tuğla) ve ahşap malzemeyle inşa edilen yapının üstü; iki yana eğimli bir çatıyla örtülü olup, saçakaltı ise sade silmelerle oluşturulan bir frizle uzanmaktadır. Giriş üzerinde atnalı formunda, ikiz kemerli bir pencere yer alır. Bu kemerlerin söveleri; üstte saçağa bağlanır, ortada ise bir üçgen oluşturur. Pencerelerin altında ise karakolun kitabesi yer alır.
At nalı şeklindeki bir kemerle güneyden girilen karakolda dar ve uzun bir koridor vardır. Birinci kattaki mekânsal oluşum, ikinci katta tekrar edilmiştir. Giriş kemeri; üzengi noktasında başlık görünümünde, profilli birer yastık üzerine oturtulmuştur. Dikdörtgen plânlı bir mekân sizi, girişte karşılar. Bu giriş bölümünün doğu ve batı duvarlarına birer çökertme yapılmıştır. Birkaç basamakla girilen dar ve uzun koridor, batı ve kuzeydeki mekânlara açılır. Ayrıca burada ikinci kata çıkış merpeni bulunur. İkinci katın güneyinde de dar bir koridor vardır. Bir mekânsal oluşuma dönüştürülen koridorun güneyi, dikdörtgen bir pencereyle dışarıya açılır. Doğu duvarında bir dolap nişi vardır. Bu mekândan da daha dar bir koridora geçilir. Merpen bu alanın kuzeydoğu köşesindedir.
Ahşap olan ikinci kat tavan örtüsü, betona dönüştürülmüştür. Binanın zemini mermer döşelidir.
Hasarlı kitabenin okunabilen kısmı ise şöyledir:
Kemeraltı Polis Karakolu Tarih-i İnşası Sene 27 Ağustos 1320 (9 Eylül 1904), 11 Şevval 1322 (19 Aralık 1904)
Yapının çatısı 1982’de onarım görmüştür. 1985’te yapılan plân değişikliği, yasalara aykırı görüldüğünden, 1990 yılında orijinal haline dönüştürülmüştür.
Anlaşılacağı gibi bu bina; Neo-Klâsik ve Oryantalist bir tarzda eklektik bir anlayışla bina edilmiştir. Saçakaltı süslemeleri Neo-Klâsik tarzın göstergesi, atnalı biçimindeki kemer formu ve pencere açıklıkları ise Oryantalist üslubun göstergesidir.
T.B.M.M. EGEMENLİK EVİ (ESKİ İZMİR BELEDİYE BİNASI): Eski Belediye binası olarak bilinen T.B.M.M Egemenlik Evi, günümüzde İzmir'in Hisarönü bölgesinde yer alır. Bugün TBMM Egemenlik Evi'nin bulunduğu bölgede, 13.Yüzyıl sonlarında Latinlere ait Metropol (Merkez) Kilisesi ve Cenevizliler tarafından yaptırılmış St. Pierre Kalesi bulunmaktaydı. 1402 yılında, o zamanki iç limanı doldurtarak bütün kenti yakıp yıkan Timur'un saldırısı sonucu tahrip edilen ve sonraları bir türlü onarılamayan bu kale, 1424 yılında Osmanlı yönetimince yıktırılarak, aynı alana "Ok Kalesi" adını taşıyan basit bir kale daha yapıldı. Ama bu kalenin sonu da ilkinden pek farklı olmadı. Zaman içinde birçok kez el değiştiren ve kapitülasyonlar doğrultusunda uzun süre -Osmanlı Devleti denetiminde- yabancılar tarafından yönetilen Ok Kalesi, 19.Yüzyıl sonlarında yıktırıldı ve yerine bir çok yeni yapı ile birlikte Belediye Binası inşa edildi.
Ulusal Mücadele yıllarında İzmir Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı'nın çalışmalarına mekan teşkil eden ve uzun yıllar belediye hizmetlerinin yürütüldüğü Belediye Binası, 1970'li yıllarda belediyenin taşınmasından sonra boşaltılıp, 1991 yılında T.B.M.M. Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na devredilerek, T.B.M.M Vakfı'nca koruma altına alındı. 1995 yılında tamamlanacak, kapsamlı onarım sonrası da T.B.M.M Egemenlik Evi adıyla İzmir'in tarihi dokusuna yeniden armağan edildi.
1997 yazından itibaren bölgenin turizm ağırlıklı yoğunluğu da gözönünde tutularak bir küttür ve sanat merkezi olarak faaliyet göstermesine karar verilen yapıda bugün, giriş katta; bir cafe-pasaj ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı'nca hazırlanmış kültür yayınlarıyla birlikte orijinallerine bağlı kalınarak sınırlı sayıda üretilmiş tarihi Yıldız Porselenleri ve Hereke Halıları'nın satış reyonu, ikinci katta ise, Ulu Önder Atatürk'ü konu alan daimibir fotoğraf sergisiyle beraber, panelden gösteriye, sergiden dinletiye her türlü kültürel etkinliğin yapılabildiği sergi ve gösteri salonları yer alıyor.
Adres: "Milli Egemenlik Evi" 900. Sok. No:17 Hisarönü / İzmir
Tel: 0-232-441 85 31
İZMİR MİLLİ KÜTÜPHANESİ VE VAKFI: 1800’lü yıllarda İzmir'de; tamamı azınlıklara ait 4 kütüphane, 4 tiyatro ve konser salonu, pek çok konser kahvesi, sinema ile pek çok okul ve kolej bulunmaktaydı. Ekonomi, kültür ve sanat alanlarında da azınlıkların etkin olduğu o günkü İzmir’de, Türk halkı için bir kütüphane kurarak ulusal bilinci geliştirmek ve ulusal egemenliğin simgesi niteliğindeki “Milli Kütüphane”yi kurumsallaştırmak, şehir ileri gelenleri için büyük bir idealdi. Ulusal kütüphaneler, görev ve sorumlulukları açısından ulusal bağımsızlığın bir göstergesi olduğu gibi, düşünce ve sanat eserlerinin toplanıp düzenlendiği, bilim ve kültür mirası olarak gelecek kuşaklara aktarıldığı ulusal kurum özelliği de taşımaktadırlar. Osmanlı Devleti’nin İslam uygarlığından aldığı kültür mirasında kütüphaneler daima varlığını sürdürmüştür.
Anadolu Selçuklu Devleti’nden Osmanlılara intikal eden medrese ve vakıf kütüphaneleri, Avrupa devletlerindeki gibi ulusal kütüphane özelliği taşımadığından, ulusal kütüphane kurma fikri her zaman gündemde kalmıştır. Özellikle İttihat ve Terakki Partisi, Avrupa kültür kurumlarının tesisinde ulusal kütüphaneyi kültürün ve eğitimin merkezinde görerek parti programlarında “Milli Kütüphane” ye yer vermişlerdir.
Azınlıkların ve İzmir’de yaşayan yabancıların eğitim ve kültür alanlarına hakim olması, İzmirli Türk aydınların eğitim ve kültür hizmetlerinin üretildiği kütüphaneye ilgisini artırmıştır. Kültür kurum ve kuruluşlarının geliştirilmesi için İzmirli Avukat Kadızade İbrahim Bey'in öncülüğünde, 1911’de İlm’ü İrfan Cemiyeti kurulur ve bu Cemiyet tarafından oluşturulan 7-8 kişilik komisyon daha sonra “İzmir Milli Kütüphane Cemiyeti” adıyla anılır. Cemiyet, İttihad Gazetesi vasıtasıyla Ramazan ayında “Kütüphane Menfaatine Piyango” başlığıyla duyuru hazırlamıştır. Duyuruda; “ Milli Kütüphanemiz menfaatine tertib olunan piyango bayramda dahi devam edecektir. Memleketimizi kıymetli bir kütüphane ile tezyin etmek ve bu surette şanlı İzmir’in şanını daha ziyade ishad eylemek isteyen vatandaşlarımızdan bayram vesilesiyle bu piyangoya hararetli bir iştirak temenni eyleriz” sözleriyle halkın katılımı teşvik edilir. Bu teşvik sonunda düzenlenen piyango geliri o zamanın parasıyla 15 Lira 28 Kuruş’tur. Piyango gelirinin yetersiz kalması sonucunda toplanan para Talat Bey’e verilir. Bunun üzerine Talat Bey, Celal Bey’i [Bayar] çağırıp kütüphanenin kurulması için gerekli çalışmalara başlanması için "İlm’ü İrfan Cemiyeti"nin girişimlerini hızlandırır. Cemiyet çeşitli gezi etkinlikleriyle gelir sağlamak için çaba gösterir ve 23 Haziran 1912 tarihinde Beyler Sokağı'nda Salepçizade Konağı'nın selamlık bölümünde birkaç yüz kitapla Milli Kütüphane Vakfı ve Milli Kütüphane Derneği’nin bir kuruluşu olarak İzmir Milli Kütüphanesi hizmete açılır.
Kira giderinin karşılanması ve kitap sayısının artırılması için ek gelir sağlanması gerekmektedir. Dönemin zenginleri olan Ali Müezzinzade ve Pulcu Ömer Efendi’den borç para alınır ve bu para ile Birinci Beyler Sokağı’nda, Emekçibaşı Lokantası’nın karşısındaki boş arsaya ahşap bir sinema kurulur. Kurulan sinemanın gelirinin % 50’si Milli Kütüphane giderlerine ayrılır. Sinema geliri ile borçlarını ödeyen Cemiyet, kitap sayısını 4000’e çıkarır. Kütüphanenin, İzmir’de kısa zamanda büyük atılımlar yapması, dönemin aydınları ve yöneticilerinin ilgi ve desteklerini artırır. Başta Vali Rahmi Bey ve Belediye Başkanı Süleyman Bey olmak üzere dönemin diğer ileri gelenleri, İzmir Milli Kütüphanesi’nin geliştirilmesine önemli katkı sağlarlar. İzmir Milli Kütüphanesi’nin arsa temininde ve projelendirilmesinde Vali Rahmi Bey’in çok önemli katkıları olmuştur.
Kurumun geliştirilmesi ve yaşatılması için kurucular, devamlı gelir kaynağı sağlanmasına ihtiyaç olduğu konusunda birleşerek bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Ali Müezzinzade'den borç para, Kemal Caferzade'nin kefaleti ile kereste ve inşaat malzemesi sağlanmıştır. Birinci Beyler Sokağı’nda Ekmekcibaşı Lokantası'nın karşısındaki arsada ahşap bir sinema binası ve ayrıca bir "Tenvirat Dairesi" oluşturulmuştu. Bu dairenin büyük bir çaba ile işletilmesi sonucunda kısa sürede borçların ödemesi sağlanmış ve kütüphanenin koleksiyon sayısı yaklaşık 4000’ e çıkarılmıştır.
Kütüphanenin kurumsallaşmasında görev alan Celal Saygun, Osman Hamdi Bey, Süleyman Bey, İttihat ve Terakki Partisi İzmir Sorumlusu Celal BAYAR etkili olmuşlardır. Kuruluş aşamalarında onlarca kişinin katkısının yanı sıra dönemin Başbakanı Talat Bey’in himayeleri ayrı bir önem taşımaktadır. Kütüphanenin ulusal nitelik ve niceliğe kavuşturulması için sinema ve eğlence merkezinin inşaatı da başlatılır ancak bu sırda Yunanlılar İzmir’i işgal ederek kütüphane ve sinema inşaatı durdurulur. Cemiyet’in faaliyetlerinin Yunanlı işgal kuvvetlerince durdurulması ve cemiyetin feshedilmesi, milli kütüphane kurma çalışmalarının gizlice sürdürülmesine yol açar. Kurtuluş Savaşı sürecinde Kütüphane’nin adı “İslam Kütüphanesi” olarak değiştirilmek istenir fakat kabul edilmez.
İzmir kurtuluşundan sonra İpekçi kardeşlerin altı yıllık kirası olan 45.000 Lira peşin olarak tahsil edilir ve önceden birikmiş olan 23.000 Lira ilave edilerek 1926’da “Milli Elhamra Sineması” açılır. Sinemanın gelirleri ile tahsis edilen arsa üzerinde bu günkü İzmir Milli Kütüphanesi yükselir. Kütüphane, 29 Ekim 1933'de Cumhuriyet'in 10.Yılı şenliklerinde hizmete açılmıştır. Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal ATATÜRK’ün açılışını telgrafla kutladığı önemli kültür ve eğitim kurumlarından birisi olan İzmir Milli Kütüphane’si, Cumhuriyet dönemin övünç duyduğu kurumlardan birisidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün, İzmir Buca’daki Gezisi Sırasında İzmir Milli Kütüphanesini Ziyaret Ettiğine Dair Telgraf Metni, kurum yönetcilerinin Türk kültürüne katkıtkılarını belgeleyen bir övünç madalyası gibidir. Atatatürk'ün eğitim, kitap ve kütüphanelere verdiği önemin göstergesi olması açısından da, hafız-ı kütüpler için bir gurur kaynağıdır. Milli Kütüphane Vakfı ve Milli Kütüphane Derneği’nin katkılarıyla varlığını sürdüren Kütüphaneyi Atatürk üç kez ziyaret etmiş ve çok beğenmiştir. O dönemin yöneticilerinin Atatürk’e; “Gelirimiz az kitaplarımız yetersiz” demeleri üzerine Atatürk, ikisi İstanbul , ikisi de Ankara olmak üzere periyodik gazete ve dergilerin İzmir Milli Kütüphanesi’ne gönderilmesi talimatı vermiştir. Bu talimat üzerine İzmir Milli Kütüphanesi “ ulusal derleme ve arşiv kütüphanesi işlevi görmüştür.” İzmir Milli Kütüphanesi’nin koleksiyonunda; aralarında çok nadide el yazması Kur’an-ı Kerimler’in bulunduğu beş bin el yazması eserle birlikte toplam 600 bin kitap vardır. İçerisinde 45 harita olan Katip Çelebi’nin dünya coğrafyası ve astronomisi hakkında yazılmış Cihannüma’sı, ilk matbaacımız İbrahim Mütefferika baskısıdır. Antik Yunan filozofu Aristotales’in 1531 yılı Gutenberg basımlı ilk matbaa ürünü kitabı ile ayrıca, 74 el yazması Kur’an-ı Kerim bulunmaktadır. 2006 yılından beri nadir eser ve el yazmaları dijital ortama aktarılan Kütüphane, kültür kurum ve kuruluşlarının Osmanlı Devleti’nde Cumhuriyet dönemine intikali açısından ve Cumhuriyet dönemindeki yeniden yapılanma sürecinin yaşayan tanığı olması açısından önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin “kültür” olduğunu vurgulayan Atatürk, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Tiyatro, Opera ve Bale kurumlarıyla birlikte Kütüphanelerle de bizzat ilgilenerek, Türk medeniyetinin yeniden canlandırılmasında eğitim ve kültür kurumlarının hizmetlerini bizzat yönlendirmiştir. 23.9.1939’da resmen Milli Kütüphane adını almış ve 1978’den sonra İzmir Milli Kütüphane Vakfı’nın kuruluşu olarak görevini sürdürmektedir.
KUŞ EVLERİ - Balkan Günlüğü Gazetesi: Camii, medrese, türbe, han, köprü ev gibi mimari yapılarda kuşların barınmaları için yapılmış minyatür evlere “Kuş Evi” veya “Kuş Sarayı” denilir.
Bunlar tamamen “hayır” amacıyla yapılmış eserlerdir. Kuş evleri için kurulmuş vakıflar veya başka vakfiyelerin içerisinde kuşlara ayrılmış bölümler de vardır. Mesela Sultan II Beyazıt’ın vakfiyesinde caminin kuşlarına yem alınması ve her türlü bakımlarının yapmasına harcanılmak üzere yıllık 30 altın vakfedilmiştir. Ayrıca bir de görevli tayin edilmiştir. Kuş evleri binanın, sert rüzgârlardan korunaklı ve güneş alan dış cephelerine yapılmıştır. İnce bir zevkin, usta bir işçiliğin ürünü olan kuş evlerinin her biri, ayrı bir sanat eseridir denilebilir.
Kemeraltı’ndaki Kuş Evleri
1- Kemeraltı Camiinin avluya bakan cephesinin sağ üst kısmında iki bölümden oluşmuş, kubbeli minyatür bina bir kuş evidir.
2- Salepçioğlu Vakıf Çarşısına arkanızı döndüğünüzde karşınızda duran Kemahlı Han’ın duvarında da bir kuş evi vardır. Bu ev yenidir. Her halde eskiden hanın bu bölümünde bir kuş evi veya bunun kalıntısı vardı ki, hanın onarımından sonra o günlerin hatırası olarak bu kuş evi yapılmış olmalı.
3- Kestanepazarı Camiinin arka yanında bulunan şadırvanlı küçük alanda (873 sokakta) da iki kuş evi bulunmaktadır. Bunlardan birincisi sokağın kuzey kısmında ve şadırvanın hemen yanında bulunan Urgancı Ltd. Şirketine ait binadadır. İkincisi ise bu binadan 10 metre kadar ileride ve sokağın güney kısmındaki Cemal Ögütçenler’e ait nalburiye dükkânındadır.
4- Bir diğer kuş evi de Çakaloğlu Hanı’nın denize bakan cephesinde ve sebil tarafındaki duvarın üzerinde olup, iki tanedir. Dikkatlice bakıldığında bu kuş evleri de yeni yapılmıştır. Tıpkı Kemahlı Han’da tahmin ettiğimiz üzere Çakaloğlu Hanı’nda, eskiden mevcut olup da şimdi bulunmayan kuş evinin hatırası olarak konulmuş olmalıdır. Zira kuş evlerinin olduğu yerde, binanın orijinalinde bulunan ve eski kuş evine ait olduğunu sandığımız bir kalıntı izi de göze çarpmaktadır.
Yukarıdaki kuş evlerinden Kemeraltı Camii ile 873 sokaktakiler orijinal olup, tarihi eser hükmündedir. Ancak nalburiye dükkânı duvarında bulunan kuş evi epeyi yıpranmış haldedir. Acilen onarımı gerekmektedir. Çakaloğlu Hanı ile Kemahlı Han duvarında bulunan kuş evleri sadelik ve gözünüm bakımından bir birine benzemektedir ve bunlar sonradan yapılmadır. Ve bu hali ile de “Hatıra Eser” hükmündedirler. Millî kültürümüzün Kuş Evi âdeti günümüzde de devam etmektedir. Gerçi yeni mimari yapılarda göremiyoruz ama park-bahçe peyzajının (manzarasının) bir parçası olarak varlığını hâlâ sürdürmektedir. Günümüzdeki kuş evleri o çevreye ve ağaçlık alana daha fazla kuş çekebilmek amacıyla yapılıyor.
İZMİR KEMERALTI ÇEŞME , SEBİL VE ŞADIRVANLAR: İzmir kenti irili ufaklı çok sayıda dere ve çaya sahiptir. Bunların başlıcaları;
Melez, Manda Çayı, Kocaçay, Bornova Çayı, Yag Çayı, Poligon Deresi, Ilıca Dere, Arap Deresi, Bostanlı Deresi’dir. Körfez çevresinde bulunan bu suların kentin evsel ihtiyaçlarını karsılayabilmek için kent içerisinde çesitli dönemlerde kuyu ve tulumbalar yapılmıstır. Bu çalısmaları yürütmek için “İzmir Osmanlı Su Sirketi” adıyla bir de sebeke kurulmustur. Artan nüfusun su ihtiyacı için tesisler insa edilmeye baslanmıstır. Dere ve çay suları Çeşme, sebil ve şadırvanlarda toplanmaya çalısılmıstır. Kent çevresinde bu dönemde özellikle üç ana su sebekesinden bahsedilmektedir. Bunlar; Halkapınar civarından elde edilen Vezir suyu, Osman Aga Suyu ve Hasib Efendi Suyu’dur (Aktepe, 2003: 163). Bunlardan Vezir Suyu, Kasap Hızır Mahallesi’nde, Osman Aga Suyu Cami-i Atik Mahallesi’nde, bulunmaktaydı. 18. yüzyılda ise bunlara Damlacık Pınarı Suyu eklenmistir. Bu sular vakıf suyu olarak tesis edilmistir. 19. yüzyılda tüm su kaynakları yetersiz kalmaya baslamıstır. Çünkü kent, hinterlandının tarımsal zenginligi, demiryolları ve ticaret nedeniyle daha da büyümüstür. Bu nedenle 19. yüzyılda içme ve kullanma suyu ihtiyacına cevap verebilmek için paralı Halkapınar Suyu devreye sokulmustur. Halk, vakıf sularını içme suyu olarak, paralı suyu da diger ihtiyaçları için kullanmaktaydı. Kent içerisinde su ihtiyacını karsılamak için bu suların akıtılacagı sebil, Çeşme ve şadırvanlar insa edilmistir. Bu yapılar, İzmir’de hem bir sosyal ihtiyacı karsılamıs, hem de görsel açıdan farklı bir mimarinin gelismesinde etken olmustur.
İZMİR’İN SİMGE YAPILARINDAN BİRİ; FRANSIZ GÜMRÜĞÜ (KONAK PİER): 18. yüzyıl sonunda Avrupa’da patlak veren sanayi devrimi dünyayı bir değişimin içine sokmuştur. Sanayi devrimiyle birlikte seri üretim, bu ülkeleri ham madde arayışına itmeye başlamıştı. Bundan dolayı Avrupalı ülkeler gözünü ham madde zengini olan doğuya çevirmiştir. Başta Osmanlı devleti olmak üzere orta doğu önemli merkezlerin içinde bulunmaktaydı. Avrupa ülkelerinin ekonomileri gelişmeye başlarken, Osmanlı devletinin bu dönemde Avrupa ülkelerine vermiş olduğu imtiyazlar ve Avrupa ülkelerinin de başta İngiltere ve Fransa olmak üzere ham madde arayışları buradaki tüccarların imparatorluğa akmasına sebep olmuştur. Osmanlı devletinin önemli liman kentlerinden biri olan İzmir’de bu değişimden nasibini almıştır.
19. Yüzyıl başlarında kente gelmeye başlayan yabancı tüccarlar kentin ticaretinin gelişmesine katkı sağlamaya başlamış ve dış ticarette de bu durum hızla artarak görkemli bir hal almaya başlamıştır. Kısa sürede kent önemli liman noktalarından biri haline gelmeyi de başarmıştır. Kentin geniş artalanı ve çevresindeki ham madde zenginliği kentin ticaretinin gelişmesinde önemli bir rol oynamış ve kentteki bu gelişmeyi sağlayan başta batılı tüccarlar yani Levantenler bu gelişimden ortaya çıkan kazancın en büyük payını almışlardır. 19. yüzyıl içinde kentte fabrikalar ve bazı önemli şirketler batılı tüccarların öncülüğünde kurulmaya başlanacaktı. Sömürgeciliğin Osmanlı devletinin genelinde olduğu gibi İzmir ve civarında da görüldüğü bu yüzyılda ham maddeyi Avrupa topraklarına ihraç etmek için bazı önemli projelere imza atılacaktı. Bu projelerin en önemlileri içinde Aydın-İzmir Demiryolu Hattı, Kasaba-İzmir Demiryolu Hattı ve Rıhtımın oluşturulması bulunmaktaydı. Demir yolu hatları oluşturulduktan sonra kente önem arz eden ve kentin önemli eksikliklerinden biri olan düzenli bir rıhtımın inşa edilmesi gündeme geldi. Bu proje ilk kez 1863 yılında Fransız – Belçika ortaklı bir şirket tarafından imparatorluğa limanın imtiyazını almak için müracaat etmesiyle başlamıştır. Fakat bu müracaatın sonucunun ne olduğu bilinmemektedir. 1867 yılının kasım ayında; J. Charnaud, A. Barkir, G. Quaracino beylerin müracaatı devlet tarafından cevaplandırılıp, inşa için anlaşma yapılmıştır. İnşaat 1868 yılında başladıktan kısa bir süre sonra İngiliz mühendislerin bazı finansal ve teknik problemlerinden dolayı inşaatı geciktirmeye başlaması, İzmir’de ki Fransız başkonsolosu Charnaud’un şirket sahiplerine Marsilya’da büyük bir şirket olan Dussaud kardeşlerle iş birliği yapmalarını önermesine neden oldu. Başka çare bulamayan diğer ortaklar Dussaud’lar ile anlaşma yapmak zorunda kalmışlardı. 1868 yılında başlanılan rıhtımın inşaatı, kıyıda şahsa ait arazilerin zamanla doldurarak oluşturdukları arazileri bırakmamak istemeleriyle Dussaud kardeşlerin sermaye artımına gitmelerine neden olmuştu, bu durum da inşaatın yavaşlamasına sebebiyet verecekti. Zaman içinde Dussaud kardeşler diğer ortakların hisselerini satın alıp rıhtımın tek sahibi olmuşlardı.
Liman projesindeki anlaşmanın içeriğindeki başlıca iki madde; rıhtımın yapılması ve yapılacak rıhtım boyunca tramvay hattı döşenmesiydi. Anlaşma gereğince yapılacak rıhtım ve üzerindeki tesisler 30 yıl boyunca devlete verilecekti. Rıhtımın uzunluğu üç kilometre olacaktı. Sarı kışladan Alsancak garına kadar olan bu aks içinde denizden kazanılan araziler şirkete ait olacaktı, ayrıca şirket kendi yapacağı yükleme ve boşaltmalar için %12 lik bir indirim hakkına sahip olacaktı. Rıhtım, 1875 yılına gelindiğinde 100 metre uzunluktaki gümrük binası ve bazı ilave kısımları hariç tamamlanmıştı. Bitirildiğinde rıhtımın uzunluğu toplamda 3245 m., ticari işlemlere ayrılan kısmı ise 1250 metreydi. Rıhtım caddesinin genişliği 18 m. ile 19 m. arası değişmekteydi. Liman bölümü, batıdan başlayarak kuzeye yönelen bir dalga kıranla bir havuz gibi korunuyordu. Giriş ise kuzeyden verilmişti. Rıhtımın derinliği ise kıyıda 6 ile 8 metre arası açıkta ise 12 m. ye kadar çıkmaktaydı. Limanın kuzey ucundaki dalgakıran üzerinde liman kaptanlığı ve sağlık servisi yönetimine ait binalar bulunuyordu. Ayrıca liman üzerinde yeteri kadar vinç bulunmaktaydı. Fakat limanda önemli bir eksik vardı, oda malların boşaltılıp yükleneceği ve depolanacağı bir gümrük binasıydı. İşte İzmir’in simge yapılarından biri olan rıhtım şirketinin son işi bu yıllarda yapılmaya başlanacaktı.
Güney dalgakıran üzerine inşa edilecek bu yapının bitiş tarihi 13 Mart 1880 yılıydı. 4 km. lik rıhtım hattının en güneyine inşa edilen gümrük depolarının mimarının Fransız mimar Gustave Eiffel veya onun ekolünden gelen birinin olduğu düşünülmektedir. Yapının mimarisini incelediğimizde birinci kordona bakan cephesi doğal olarak en gösterişli olması gereken bölümüydü ve öylede inşa edilmişti. Yapının bu bölümünün çatısının bir kısmı teras şeklinde inşa edilmiştir. Çatının sudan izolasyonu için mermer tozu katkılı horasan harcı kullanılmıştır. Bu bölümün tavanı ise volta döşemelidir. İhraç mallarının kente kontrollü geçmesi için yapının sağına ve soluna iki büyük kapı inşa edilmişti. Kapıların her iki yanında gümrük memurlarının ve güvenlik güçlerinin çalışma ofisleri bulunuyordu. Fransızlar elde ettikleri bu dolgu alanındaki imtiyazını pekiştirmek için yapının karaya bakan yüzünü oranlı bir şekilde inşa etmişlerdi. Kapılar ve pencereler mermer söveli, arşitrav görevi gören çatı parapeti, bina aksındaki süslemeleri, yapının köşelerini sınırlayıcı köşeleri dairesel yontulmuş kesme taşlar bunlara örnek gösterilebilir. Yapının önemli diğer kısmı ise dolgu alanının ortasına denk gelmektedir. Buradaki yapı iki katlıdır ve zemin katın tavan döşemesi volta döşemedir. Çatısı ise düz teras olarak inşa edilmiştir. Bir dönem bu yapının üstü ahşap oturtma çatı üzerine Marsilya kiremit kaplanarak kullanılmış fakat daha sonra bu çatı yanmıştır. Yapının cephesinde masif mermer payandalar üzerine oturtulmuş balkonları, beyaz mermerden yapılmış pencere söveleri bulunmaktaydı. Ayrıca yapı yığma taş üzerine serpme sıva olarak inşa edilmişti. Dolgu alanının en ucuna doğru daha önceleri tek kat olduğu düşünülüp sonra iki kata çıkartıldığı düşünülen yapı bulunmaktadır. Tek katlı inşa edilen bu binaya iki yüksek kapıyı bölen volta döşeme ile ara kat ilavesi yapılmıştı. Daha sonra yığma tuğla duvarlar ve birinci kat tavanı betonarme döşeme olarak ikinci bir kat ilave edilmiş. Betonarme döşeme üzerine oturtma ahşap makas ile çatı strüktürü bulunmaktaydı. İleriki yıllarda yapının güneyine ilave merpen inşa edilerek üst katın bir bölümünün bağımsız kullanılması sağlanmıştı. Son dönemlerde bu bölümün kılavuz kaptanların dinlenme ve çalışma mekanı olarak kullanıldığı biliniyor. Yapının göze batan bu üç bölümünün inşaatından sonra ara kısımlar yığma taş binalarla doldurulmuş ve böylece gümrük binasının ilk aşaması tamamlanmıştır. 1880 ile 1905 yılları arasında yapının batıya bakan kısmına doğru ek antrepo binaları gelecekti. Binalar döküm demir kolonlar üzerine çelik profilli makaslar yerleştirilerek inşa edilecekti. Bu açıklığın üzeri ise Marsilya kiremitle örtülecekti. Binanın çelik konstrüksüyon olan bu bölümünün inşaatında ilk yapılan yığma taş duvar kısma bitiştirilirken, demir kolonların konacağı alanlara nişler açılmış ve direkler o nişlere yerleştirilmiştir. Bu demir kolonların arası ise 10’ar metre olarak ayarlanmıştır. Ek antrepo yapısının genişliği ise 10,5 metreydi. 1905 ile 1913 arası yapıya son ek olarak büyük bir hol daha inşa edilecekti. Yine güney yönüne doğru genişleyen yapı, içi boşluklu çatı suyu drenajını yapabilecek özelliğe sahip font döküm dairesel kolonlar ile birer atlayarak çift UPN profil kolonlarla inşa edilmişti. Bu kolonlar arasında çelik makaslar kullanılmıştı. Bilindiği kadarıyla bu kolonların üzerindeki markalara dayanarak Belçika’da üretildiği ortaya çıkmıştır. Bu alanın çatısı ise oluklu galvanize saçtır, zemin döşemesi ise parke taş kaplıydı. Temel ise münferit betonarmeydi ve içinde kanallar mevcuttu. Bu kanallar çatıdaki suyu dairesel demir kolonlardan denize aktarma vazifesi görüyordu ve öyle inşa edilmişlerdi ki kanalların seviyesi deniz seviyesinin 10 cm. altındaydı buda en kötü yağmurlarda bile kanalların şişmesini önlüyor ve yapıdaki su baskınlarına izin vermiyordu. Büyük holde mal taşınmasını kolaylaştırmak için dekovil hattı kurulmuştu. Bir grid teşkil edecek şekilde döşenmiş raylar kesişme noktasında 90 derece dönerek diğer hatta geçebiliyordu. Böylece 20. yüzyıl başında bina son şeklini almıştı.
5 mayıs 1925 yılına kadar Fransız şirketinin elinde bulunan gümrük binası İzmir Liman ve Körfez işletmelerine devredildi. 1934 yılında ise şirket devlet tarafından satın alındı. 10 Ağustos 1951 tarihinde bina Denizcilik bankası Türk Anonim Şirketine devredilirken, 1954 yılında limanın Alsancak’ta ki yeni yerine gitmesiyle yapı eski şaşalı dönemini kaybetmeye başladı. 1955 ile 1960 yılları arasında yapının güney kısmı balıkhane olarak kullanılır. 1960 dan sonra yapıyı Türkiye Deniz İşletmeleri kullanmaya başlamış. 1974 yılında da yapının Kuzey bölümü Deniz Kuvvetlerine verilmişti. 1996 yılına kadar yapının bir kısmını ESHOT ambar ve atölyeleri olarak, bir kısmını da Tansaş Araç Sevk Amirliği olarak kullanmıştır. 1988 yılında T.D.İ. den kiralanan antrepoların bir kısmı İZULAŞ tarafından garaj olarak kullanılmıştı. 1990 lı yıllara gelindiğinde yapıda ki yıpranma çok artmıştı ve viranelik olmuştu. Yapıyı kurtarıcı ilk müdahale 1995 te geldi bu yıl yapının rölöve çizimleri yapıldı. Yaklaşık 365000 tonluk çelik konstrüksüyonu paslardan arındırmak 9 ay sürmüştü. Yapının dayanıklılığı sağlandıktan sonra aslına uygun boyası yapılıp çatıdaki fenerleri ve camları orjinaline uygun olarak restore edildi. Yapı tam olarak askeri bölgesi hariç 2004 yılında alışveriş merkezi olarak halka açıldı. Toplamda 18000 metre kare alana sahip eski gümrük binası doğusundaki askeri alanında kalkması ile tam olarak restore edilmiş olacak. Böylece İzmir’in simge yapılarından biri olan Fransız gümrüğü eski ihtişamıyla gelecek nesillere aktarılıp hep yaşayacak. (Kaynak: Kemeralti.com)
Kemeraltı Çarşı posta kodu kaçtır?
Kemeraltı Çarşısı’nın posta kodu şöyledir; 35250