Ziraat yapılan küçük toprak parçasını ifade eden bir terimdir.
Mezra ne demektir?
Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre mezra kelimesi kökeni Arapça’dır ve “Ekime elverişli, ekilecek tarla veya yer, ekenek” anlamına gelir.
Mezra, ayrıca “Kırsalda birkaç evden oluşan en küçük yerleşim birimi” anlamında da kullanılır.
Mezra kelimesinin tarihçesi nedir?
Arapça'da zer (zirâ'at) kökünden türeyen ve "ekilen yer, tarla" anlamına gelen kelime Osmanlılar'da sürekli bir yerleşim yeri olmayan, ekinlik olarak kullanılan küçük toprak parçalarını niteleyen malî bir terim özelliği kazanmıştır. Osmanlı döneminde bu tür ziraat alanları zamanın şartlarına ve bölgelerin coğrafî yapısına göre farklı hususiyetler göstermiştir. Osmanlı tahrir kayıtları mezranın, etrafındaki tarlalarla çok defa terkedilmiş (hâlî) köy yerleri olduğuna işaret eder. Osmanlı kanunnâmeleri ise bir yerin müstakil mez-raa olduğunun belirlenmesinde o yerin harabesi, suyu ve mezarlığının olması gibi şartları öne çıkarır [1152] Bu şartlara bazı kayıtlarda içinde değirmen bulunması da eklenir. Ancak bir mezra için belirtilen bu özellikler genel bir durumu yansıtır, bu tarife uymayan yerler de görülür. Nitekim pek çok mezrada herhangi bir yerleşim izine rastlanmaz. Bazıları ise içinde az sayıda nüfus banndıra-bilir. Bütün bu hususlar mezraların farklı özellikler taşıdığını gösterir.
Mezralar nasıl adlandırılır?
Her mezra kır kesimindeki köyler gibi hususi bir isme sahiptir. Mezra adlarında dikkati çeken en önemli özellik bazılarının "bey tarlası", "eğri pınar", "karaca kuyu", "ulu dere", "yalnız ağaç" örneklerinde olduğu gibi birleşik bir isimle belirtilmiş olmasıdır. Birleşik isimler içinde yer alan "hisar", "viran" ve "Ören" gibi kelimeler bu mezranın daha çok terkedilmiş bir kale veya köy yeri olduğuna işaret eder. Ancak burada mezra olarak geçen yerin terkedilmiş kale yahut köyün asıl yeri değil oranın etrafında ziraat yapılan topraklar olduğu açıktır. Bunun dışında pek çok mezra. doğrudan doğruya o mezranın ilk sahiplerinin veya o bölgeyi ilk ziraata açan kimselerin adlarıyla bilinirdi. Bazıları da bulunduğu yerin tabii özelliğini yansıtan adlar taşırdı. Bir kısmı ise artık yarı göçebe yahut yarı yerleşik bir hayat yaşayan ve az da olsa kışlak mahallerine yakın yerlerde tarımla uğraşan konar göçer grupların adlarıyla anılırdı.
Osmanlı tahrir kayıtlarında genellikle mezranın ortaya çıkışı terkedilmiş köy yerlerine bağlanır. Bu durum mezrala-rın doğuşunda savaşlar, karışıklıklar, salgın hastalıklar ve vergi toplanması esnasındaki anlaşmazlıklar gibi sebeplerle geçici veya sürekli olarak terkedilmiş köy yerlerini ön plana çıkarır. Bunun yanında XVİ. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti'nde nüfusun hızla artması, bu sebeple yeni ziraat alanlarına ihtiyaç duyulması bu tip toprak parçalarının artmasına zemin hazırlamıştır. Bu gibi yerler tekrar ziraata açıldığında ekim yapanlara hüccetle tapu vergisi karşılığı verilmekteydi.
Anadolu’da mezra yerleşimi nasıldı?
Osmanlı döneminde Anadolu'daki mezra sayısı giderek artış gösterdi. 916'da Lârende (Karaman) kazasında kırk yedi mezra mevcutken bu sayı 948'de (1541) yetmiş beşe çıkmıştk Aynı şekilde Çemişkezek sancağında XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde az sayıda mezra varken 948'de (1541)135 mezra bulunuyordu. Osmanlı devrinde mezra sayısında bir artış olmasına rağmen bu artış özellikle Anadolu'da çeşitli kaza ve san-caklardaki köy sayısının çok altında kalıyordu. Nitekim 906'da (1500-1501) Lârende kazasında 165 köye karşılık kırk yedi mezra, 937'de (1530-31) Kütahya sancağında 1252 köye karşılık 307 mezra ve Ankara sancağında 741 köye karşılık 339 mezra vardı. Ancak bu sayı dağlık bölgelerde daha farklı bir seyir göstermekteydi. 1005'te (1597) Safed sancağında 610 mezraya karşılık 282 köy mevcuttu. Anlaşıldığı kadarıyla bu durum bölgenin dağlık olmasından ve buna paralel olarak ekim alanlarının küçük parçalar haline gelmesinden doğmaktaydı.
Mezralar bir tarım alanı olduğu için genelde çevrede yer alan köyler tarafından ekilmekteydi. Dolayısıyla bunların önemli bir kısmı bir köye bağlı olarak kaydedilirdi. Bundan başka bazı mezralar yakın bulundukları köy veya köyler dikkate alınarak (der-kurb-i karye, der-nezd-i karye, dermâbeyn-i karye gibi) zikredilirdi. Bir kısım mezralar ise hangi köye bağlı olduğu belirtilmeksizin sadece adlarıyla kaydedilebilirdi. Bazı mezralar birkaç köyün ahalisi tarafından kullanılabilirdi. Buna karşılık bir köy halkının birden fazla mezrada ziraat yaptığı da vâki idi. Herhangi bir Köye bağlı olduğu belirtilmeyen mezraiann ise daha ziyade çevre köylerin uzağında yer aldığı ve dışarıdan gelenler yahut konar göçerler tarafından ekildiği anlaşılmaktadır.
Bir ekim alanı olarak mezralar aynı zamanda bir vergi ünitesi olduğundan tahrir defterlerine kaydedilirdi. Tahrir yapılırken bazı mezraların büyüklükleri ve sınırlan da verilirdi. Bu büyüklükler muhtemelen tahrir eminlerinin tercihine veya o bölgede kullanılan ölçü birimine göre bazan "çiftlik", bazan da "dönüm" olarak yazılmıştır. Mezranın büyüklükleri bölgenin toprak verim durumu ve coğrafî özelliğine göre bir değişim göstermiş olmalıdır. XVI. yüzyılda Hamîd sancağında mezranın büyüklüğü bir iki çiftlik ile on-on beş çiftlik arasında değişmekteydi. Mezraların bu büyüklüğünün "çiftlik", "zemin" ve "kıt'a" gibi adlar altında kullanılan toprak parçalarından daha geniş olduğu söylenebilir.
Mezralarda yetiştirilen tarım ürünlerinden alınan vergiler tahrir defterlerinde "hâsıl" adı altında kaydedilirdi. Bazı mezraların hâsılı orada ziraat yapan köyün vergi hâsılatı içinde yazılırdı. Bu durum, hem köy ahalisinin mezrada ziraat yapmasından hem de muhtemelen mezranın o köye çok yakın olmasından ileri geliyordu. Hâsıl çok defa toplam bir rakam halinde verilirdi. Bunun yanında bazı mezralarda toplam hâsılın hangi ürünlerden meydana geldiği kalem kalem belirtilirdi. Mezralarda genelde tarıma dayalı ürünler yanında nâdir de olsa bazan "bağ, âsiyâb" (değirmen) gibi vergi kalemlerine de rastlanır. Hatta çok yaygın olmamakla beraber bazı mezralarda "ganem" (ağnam) vergisinin görünmesi oralarda hayvancılığın yapıldığının bir işaretidir.
Osmanlı mezra vergisini nasıl toplardı?
Mezranın vergi gelirinin tamamı çok defa bir timar sahibine verilirdi. Bu gelirin "hisse" adı altında iki veya daha fazla kimseye tahsis edildiği de olurdu. Bu hisselerden bir kısmı vakıflara ayrılabilirdi.
Ayrıca bazı mezraların gelirleri, izlerine Osmanlılar'dan önce Anadolu'daki Türkmen beyliklerinde ve devletlerinde rastlanan malikâne-panî sistemi çerçevesinde paylaşılmaktaydı.
Osmanlı timar sistemi içindeki toprak parçalarının en belirgin özelliği, bunların timar sahibi tarafından belli şartlar çerçevesinde köylülere tapu vergisi karşılığı verilmesiydi. Bu bir bakıma kullanma hakkını öngörüyordu. Zamanla, bir kimsenin üzerine kaydedilmemiş ve özellikle savaşlar, salgın hastalıklar, iç karışıklıklar sebebiyle terkedilmiş mezra, çiftlik ve zemin adlı toprak parçaları, hazine için malî bir birimi ifade eden ve sabit bir gelirin garantisi olan "mukâtaa" adı altındaki kiralanma yoluyla bir kısım kimselerin eline geçmeye başladı. Kiralama işlemi yüksek bir gelir elde etmek için açık arttırma ile yapılmaktaydı. XVI ve XVII. yüzyıllarda kısa süreli olarak kiraya verilen bu yerler, XVII. yüzyıl sonlarından itibaren "malikâne" adıyla ömür boyu tahsis edildi. Mezraları da içine alan bu uygulama ziraat alanlarının verimli bir şekilde kullanılması esasına dayanıyordu.
Mezralar için dikkati çeken diğer bir husus, bazılarına özel bir hizmet (derbentçi, sayyâdan, tuzakçı gibi) karşılığında tasarruf edilmesi ve bu gibi hizmette bulunanların bir kısım mükellefiyetlerden (avârız-ı dîvâniyye gibi) muaf tutul-masıydı. Bundan başka bazı mezralann yurtluk ve mülk olarak verildiği de olurdu. Bu statüdeki mezralara irsî olarak sahip olunmakta ve mezrayı elinde bulunduran kimse bir sefer esnasında ce-belü asker (eşkinci) göndermekteydi. Ancak bu durumdaki mezralar arasında daha sonra mülkiyeti bozulup timara çevrilenlerin olduğu görülmektedir.
Köy adı verilen yerleşim yerlerinin oluşmasında mezraların kısmî bir alt yapı sağladığı tesbit edilmektedir. Nitekim daha çok yakın çevredeki köylerden birkaç ailenin gelmesiyle yerleşime açılan bu durumdaki mezraların genellikle coğrafî bakımdan gelişmeye uygun yerlerde olduğu anlaşılmaktadır. Harput'un bir mezrası (Agavat mezrası) iken bugün büyük bir şehir haline gelen Elazığ'ın bu tür bir gelişime sahne olduğu bilinmektedir.
3194 sayılı İmar Kanunu’na göre mezrada konut yapmak için ruhsat aranır mı?
Ruhsata tabi olmayan yapılar ve uyacakları esaslar
MADDE 27- (Bu maddenin 1, 2 ve 3. fıkraları Anayasa Mahkemesinin 11.12.1986 tarih ve 1986/29 sayılı kararı ile iptal edilmiştir.)
Belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy yerleşik alanları ve civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık veya tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskan ruhsatı aranmaz. Ancak yapının fen ve sağlık kurallarına uygun olması ve muhtarlıktan izin alınması gerekir.
Doğal Sit Alanlarındaki Köy Yerleşik Alanlarında, Civarında ve Mezralarda Yapılacak Yapılara İlişkin Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu İlke Kararı nedir?
20 Haziran 2012 ÇARŞAMBA Resmî Gazete Sayı : 28329
İLKE KARARI
Çevre ve Şehircilik Bakanlığından:
Toplantı No. ve Tarihi : 8-22/5/2012 Toplantı Yeri
Karar No. ve Tarihi : 16-22/5/2012 ANKARA
DOĞAL SİT ALANLARINDAKİ KÖY YERLEŞİK ALANLARINDA,
CİVARINDA VE MEZRALARDA YAPILACAK YAPILARA
İLİŞKİN TABİAT VARLIKLARINI KORUMA MERKEZ
KOMİSYONU İLKE KARARI
Doğal sit alanlarındaki yapılaşma koşulları dikkate alınarak; köy yerleşik alanlarında, civarında ve mezralarda koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar ihtiyaçları karşılayacak eğitim, sağlık, güvenlik tesisi, ibadet yeri, köy konağı ile bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası, tanıtım ve teşhir büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve işletilen kooperatiflerin işletme binası gibi hizmete yönelik yapıların, ilgili TVK Bölge Komisyonu tarafından belirlenen ya da belirlenecek geçiş dönemi koruma esasları ve kullanma kararları doğrultusunda hazırlanan uygulama projelerinin uygun görülmesi şartı ile yapılabileceğine, karar verildi.