İstanbul’un Fatih İlçesi sınırları içinde kalan semttir. Saraçhane, Şehzadebaşı ile Kıztaşı arasında kalır. Saraçhane, İstanbul’un fethinden sonra kurulan ilk semt olma özelliğine sahiptir.
Saraçhane Semti, Fatih, İstanbul
Saraçhane nerededir?
İstanbul’un Avrupa yakasındaki ilçesi Fatih’in bir semti olan Saraçhane (Saraçhanebaşı olarak da bilinir), İstanbul'da, merkezi Atatürk Bulvarı ile Şehzadebaşı Caddesi'nin kesiştiği nokta olan; Bozdoğan Kemeri'nin çevresinde ve kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda Zeyrek ve Aksaray, doğu-batı doğrultusunda ise Şehzadebaşı ile Kıztaşı arasında kalan semt.
Saraçhane'nin asıl gelişimi Osmanlı döneminde olmuştur. II. Mehmed İstanbul'un fethinden sonra, bugün onun adıyla anılan semtte kendi külliyesini inşa ettirmiş ve 1475'te İstanbul Saraçhanesi'ni kurdurmuştur. Fatih Sultan Mehmet'in vakfiyesinden saraçhane'nin 110 bab dükkân olarak kurulduğunu biliyoruz.
Büyük yangınlar ve imar hareketleri Saraçhane semtinin fiziki ve sosyal yapısında önemli değişiklikler yaratmış, semt bir esnaf bölgesi özelliğini kaybederek kentin önemli bir kavşak noktası haline gelmiştir.
Saraç kimdir, ne iş yapar?
Saraç, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğüne göre; “Koşum ve eyer takımları yapan veya satan”, “Koşum ve eyer takımlarını işleyen ve süsleyen”, “Deri, muşamba vb.nden bavul, çanta yapan” kimselere verilen isimdir.
Saraçhane’deki ünlü yapılar hangileridir?
Saraçhane'de Roma ve Erken Bizans döneminde inşa edilmiş en önemli yapı, bazı kaynaklara göre Hadrianus (117-138), başka kaynaklara göre ise Valens döneminde (364-378) yapılmış olan Bozdoğan Kemeri'dir.
1941'de açılan Atatürk Bulvarı, günümüzde yoğun bir motorlu araç trafiğini kaldırmakta ve iki yanını apartmanlar kaplamaktadır. Atatürk Bulvarı'nın açılması, hem birçok tarihi eserin ortadan kalkmasına neden olmuş, hem de Saraçhane semtinin tam ortasında kesişen bu iki arterle semtin bütünlüğü bozmuştur.Atatürk Bulvarı ile Şehzadebaşı Caddesi'nin kesiştiği noktada trafik sıkışıklığı meydana geldiğinden Belediye Başkanı Haşim İşcan döneminde (1963-1968) Atatürk Bulvarı'nın kotu düşürülerek burada, 1964'te bir trafik altgeçidi oluşturulmuştur.Atatürk Bulvarı'nın Şehzadebaşı tarafında kalan kesiminde de İstanbul Belediye Sarayı (1953) bulunur.
Günümüzde Saraçhane, Atatürk Bulvarı Şehzadebaşı Caddesi ana arterlerinin kesiştiği bir trafik noktası özelliği kazanmıştır.
Saraçhane’nin geçmişi hakkında yazılan akademik makale hangisidir?
Atatürk Üniversitesi’nden Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun 2012 yılında kaleme aldığı makale şöyledir;
İSTANBUL’UN FETHİ SONRASI KURULAN İLK SEMT: “SARAÇHANE”
Osmanlı İstanbul’unun ilk kurulan semti olan Saraçhane, bugün Fatih İlçesi’nin temellerinin atıldığı ilk semti olma özelliğini de taşımaktadır. Bugün Şehzadebaşı olarak bilinen bölge de Saraçhane sınırları içerisindeydi. Şehzade Camii’nden dolayı halk arasında bu noktaya “Şehzâdebaşı” denmesi sebebiyle burası, bugün bir semt olarak algılanmaktadır. Bu nokta hiçbir zaman bir semt olmamış, mevkii belirtmek üzere kullanıla gelmiştir. Saraçhane Semti, sınırları itibarı ile, gayet büyük bir alana yayılmaktadır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışına kadar bu sınırlar içerisinde bir askeri alanın mevcudiyeti de dikkate alınmalıdır.
Osmanlı ekonomisinde önemli bir yer teşkil eden Saraçhane Çarşısı’nın hemen yakınına ve şehrin ana aksın ana kavşağı üzerine bir askeri kışlanın yerleştirilmiş olması, ayrıca dikkat çekicidir.
Bizans döneminde şehri ortasından aşan ve Bayezid'den sonra, Yedikule ve Edirnekapı yönlerine ayrılan Mese Yolu’nun Edirnekapısı'na doğru giden kolu, günümüzde Saraçhanebaşı diye adlandırılan semtten geçiyordu. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi'ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı'na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi.
Bölgenin Coğrafik Ana Hatları
Bugün tarihi yarımadanın trafik kavşak noktalarından olan Saraçhane; İstanbul’da yaşayan bir çok insan için bir semt isminden başka bir şey ifade etmemektedir. Fatih İlçesi’nin Eminönü İlçe sınırıyla ayrıldığı nokta olan Saraçhane Mevkii, ayrıca ilçenin de park ve yeşil alan ihtiyacını karşılayan bir yer olarak mevcudiyetini korumaktadır.
Saraçhane; halkın genel kullanımı ile “Saraçhanebaşı”; Bayezid’den devam ederek, Vezneciler üzerinden Şehzadebaşı’ndan itibaren uzanarak gelen aksla, Unkapanı ile Aksaray aksının kesiştiği, tarihi yarımada olarak tanımladığımız İstanbul’un topografik orta nokta üzerinde yer almaktadır.
İstanbul haritası üzerinde tanımlayacak olunursa Saraçhane; Merkezi Atatürk Bulvarı ile Şehzadebaşı Caddesi'nin kesiştiği nokta olan; Bozdoğan Kemeri'nin çevresinde ve kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda Zeyrek ile Aksaray, doğu-batı doğrultusunda ise Şehzadebaşı ile Kıztaşı arasında kalan semti teşkil etmektedir.
Aksaray ile arasında Horhor Semti yer almakta idi. Saraçhane ile Horhor Semti arasındaki sınır ise, bugünkü Horhor Antikacılar Çarşısı’nın bulunduğu Kırık Tulumba Sokağı sınır teşkil etmekteydi.
Bölgenin Tarihi Geçmişi
Osmanlı İstanbul’unun ilk kurulan semti olan Saraçhane, bugün Fatih İlçe’nin temellerinin atıldığı ilk semti olma özelliğini de taşımaktadır. Bugün Şehzadebaşı olarak bilinen bölgede Saraçhane sınırları içerisindeydi. Şehzade Camii’nden dolayı halk arasında bu noktaya “Şehzâdebaşı” denmesi sebebiyle burası bugün bir semt olarak algılanmaktadır. Bu nokta hiçbir zaman bir semt olmamış, mevkii belirtmek üzere kullanıla gelmiştir. Saraçhane Semti sınırları itibarı ile gayet büyük bir alana yayılmaktadır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışına kadar bu sınırlar içerisinde bir askeri alanın mevcudiyeti de dikkate alınmalıdır.
Osmanlı ekonomisinde önemli bir yer teşkil eden Saraçhane Çarşısı’nın hemen yakınına ve şehrin ana aksın ana kavşağı üzerine bir askeri kışlanın yerleştirilmiş olması ayrıca dikkat çekicidir.
Bizans döneminde şehri ortasından aşan ve Bayezid'den sonra, Yedikule ve Edirnekapısı yönlerine ayrılan Mese Yolu’nun Edirnekapısı'na doğru giden kolu günümüzde Saraçhanebaşı diye adlandırılan semtten geçiyordu. Bizans döneminde şehrin yerleşim dokusu, esas olarak Marmara Denizi'ne paralel şekillendiğinden Edirnekapısı'na yönelen yol, şehrin daha az meskûn bölgeleriydi.
Saraçhanebaşı Semti’nin Osmanlı döneminde kuruluş ve gelişimi; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul'un fethinden sonra, bugün onun adıyla anılan semtte kendi külliyesini inşa ettirmesi ile başlar. Fatih Sultan Mehmed o yıllarda boş olan bu bölgeyi şenlendirmek amacıyla da bugün Fatih Kaymakamlığı, Saraçhanebaşı Parkı ve bu parkın etrafındaki apartmanların bulunduğu yerden Aksaray’a doğru uzanan bugünkü Horhor Semti’ne kadarki alan üzerinde, bir “Serrâçhâne” yapılmasını buyurmuş ve geniş bir arasta biçimindeki bu tesis, 1475 tarihinde, İstanbul Saraçhanesi olarak kurulmuştur.
Saraçhanebaşı Semti’nin adının kaynağı, bu meslek erbaplarına kurulan çarşıdan gelmekteydi. Şehrin önemli trafik kavşağı ve ilçenin yeşil alanını oluşturan bu boş alanlar üzerinde, tarihi gelişimi içerisinde bir çok imari yapılaşmanın mevcut olduğunu görmekteyiz. Artık tasavvur edemeyeceğimiz bu topografya üzerinde; Afios Poliuktos Kilisesi kalıntılarının devamında Muhtesip Karagöz Camii ve hamamı, Horhor Semti’nin başında ise Hayriye Lisesi ile Vüzeradan Münir Paşa Konağı bulunmaktaydı. Ayakta duran Amcazade Külliyesi’nin önündeki trafik ışıkları yerinde, Fatih Camii mimarlarından olan Mimar Ayas’ın adını taşıyan; İstanbul’un eski müftülerinden Ali Yekta Efendi’nin yirmi iki sene imamlık yapmış olduğu cami bulunuyordu. Bugün Horhor’a doğru inen cadde üzerinde; Canfeda Kadın Sebili, Dülgerzade Camii’nin kuzeyinde yer alan su terazisi, çeşme ve hazireden ayrı medrese kalıntıları ve Sunullah Efendi Sübyan Mektebi gibi yapılar bulunmaktaydı. Osmanlı döneminin bu yapıları Cumhuriyetin 1940-45 ve Menderes’in imar kasırgası olan 1956 yılı ve öncesindeki üfleyişinde bir anda yok edilivermişti. Bugün Arkeoloji Parkı üzerinde bulunan Afios Poliuktos Kilisesi kalıntılarının üzerinde yer alan 1488 tarihli Muhtesip Karagöz Camii’nin güneyinde, cami ile aynı alanda yer alan Kanuni dönemi sübyan mekteplerinde Hüssameddin bin Alaüddin Mektebi, hiçbir sebep yokken 1935 ile 1938 yılları arasında Halil Paşa Camii gibi İstanbul’un genelinde yıktırılan pek çok cami ve sıbyan mekteplerden biri olarak yerini alır. İbrahim Paşa Hamamı da yola kurban edilen eserlerimizdendir. Bu tarihlerden başlayarak 2000’li yılların başına kadar, Horhor Semti’ne de isim veren, Saraçhane’nin de bu çevrede kurulmasının ilk tercih nedenlerinden olan, Roma döneminin buradaki önemli su kaynak ve aktarım ana merkezi de (savak) tamamen tahrip edilmiştir.
İçerisinde yaşadığımız Fatih İlçesi; Kavaflar ve Saraç dükkânlarıyla birlikte 1475’de, buradan başlıyordu. Günümüze niteliği bozularak gelsede bu çarşıdan üç tane dükkân yeri Dülgerzade Camii’nin kıblesinde halen mevcuttur.
Bölge de Yaşanan İmar Hareketleri
Fetih öncesinde İstanbul üzerinden bir kasırga gibi yıkarak geçen Haçlıların işgaliyle harap olan şehrin bu yakası, geleneksel İstanbul depremlerinden de her daim etkilenmiştir. Osmanlı döneminde de belli dönemlerle süre gelen depremler, devamında yangınlar ve Cumhuriyet dönemi İmar hareketleriyle Saraçhanebaşı’nın fiziki ve sosyal yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Semt konakları ile esnaf ve ticarethaneler bölgesi, vasfını kaybederek Bizans döneminden beri süregelmekte olan şehrin önemli bir kavşak noktası olma özelliğini, değişim yaşayarak devam ettirmiştir. 1950’lerde Bayezid’i Edirnekapısı’na bağlayan tramvay hattı kaldırılmış, caddenin ortasındaki asırlık çınarlar kesilmiştir.
Günümüzde ise burası, büyük lastik tekerlekli araç trafiğinin merkezi olmuştur.
Atatürk Bulvarı’nın güzergâhı olan Saraçhane-Unkapanı arası, 1923-24 yılları arasında yol genişletilmesi çalışmaları ile oluşturulmaya başlanılmış, 27 Şubat 1943 tarihinde de bugünkü gabarisiyle hizmete açılmıştır. Bulvarın bu birinci kısım güzergâhı üzerinde yer alan Azebler Camii, Kırkçeşmeler, Sekbanbaşı Mescidi, Azebler Hamamı, Burmalı Mescid’in Sübyan Mektebi, Firuz Ağa Mescidi, Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı külhanlığı, Revani Çelebi Camii yıktırılırken, 1953 yılında ikinci etabında Çandarlı İbrahim Paşa Hamamı’nın tamamı, Saraçhanebaşı Karakolu binası, Saraçhanebaşı mescidi (Mimar Ayas Mescidi), Karagöz Mescidi (Muhtesib Karagöz Mescidi), Cedid Beşir Ağa Medresesi, Ahmed Şemseddin Efendi Medresesi, Sunullah Efendi Sıbyan Mektebi, Karagöz Mescidi’nin güneyinde cami ile aynı alanda yer alan Kanuni dönemi sıbyan mekteplerinde Hüssameddin bin Alaüddin Mektebi, Ebül Fadıl Mahmud Efendi Medresesi, Canfeda Kadın Sebili ve Çeşmesi, Mi’mar Ayaz (Ayas) Camii Sebili, Su Terazisi (ismi bilinmemektedir), Gürcü Mehmed Paşa Çeşmesi’de bu yol düzenleme ve genişletme çalışmalarında yıktırılmıştır. Atatürk Bulvarı’nın düzenleme ve genişletme açılışında H. Prost’un planıyla birçok tarihi eser yok olmuştur. İleriki tarihlerde Şehzadebaşı Caddesi’yle Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği noktada, trafik sıkışıklığı meydana geldiğinden Belediye Başkanı Haşim İşçan döneminde (1963–1968) Atatürk Bulvarı’nın seviyesi düşürülerek burada, 1964-65 yıllarında trafik alt geçidi yapılmıştır. Büyük Fatih Parkı da parçalara bölünerek ortadan kalkmıştır.
Yol açımlarına kadar bugün mevcut olmayan, İstanbul Üniversitesi’nin halen Horhor Semti başında, cadde üzerinde yer almakta olan binalarının tam karşısındaki parkın sınırına denk gelen yerde bulunan Karagöz Camii’nin çevresi, yeni yollar açılana kadar, İstanbullular’ın seyir teras yerlerinden biriydi. Osmanlı dönemi şehir hayatı içerisinde sayfiye noktası olarak belirlenmiş bu alanda, iskâna dayalı bir imara hiçbir dönem izin verilmemiştir. 1960’lı yılların sonuna kadar burası, sayfiye ve seyir teras yeri özelliğini korumuştur. Bu alan Roma ve Bizans dönemlerine ait Horhor yer altı suyollarının da üzerinde bulunmaktaydı. Bu seyir alanının gerisinde; Saraçhane Parkı’nın yerinde, imar hareketlerine kadar mevcut bulunan konaklardan biri de Türk edebiyat tarihimizin temel taşlarından Halid Ziya Uşaklıgil’in babasının konağı ve geniş bahçeleriydi. Saraçhanebaşı bir çarşı-ticaret ve sanayi bölgesi olmasının yanında, konakları ile de dikkati çekmekteydi.
Bunlardan biri de Altunuçok’un Konağı idi. Bu konak Saraçhanebaşı’ndaydı. Reşad Ekrem Koçu’nun verdiği bilgiye göre; “18. asır ortalarında İstanbul’un en namlı konaklarından biriydi. Sahibi olan Mehmed Ağa ise devrin esnaf veya tüccarlarından servetiyle meşhur bir sima idi. Vak’anüvis Raşid Efendi, tarihinin beşinci cildinde bu konaktan hicri 1130 Cibali Yangını münasebetiyle bahsederken, büyük ateş afetinde mahvolduğunu bildiriyor. “Zeyrek’te Sultansarayı (?) yanarken Atpazarı, Vefa Semti yanarken Eskiodalar ve Saraçhanebaşında Altunuçok Mehmed Ağa’nın hanesi yanarken Küçüklanga tutuştu” demektedir.
Tarihi yerleşim, önemli bir üretim ve çarşı alanı olan Saraçhane, Osmanlı’nın son dönemlerinde de önemli toplum hareketlerine de sahne olmuştur. 19 Mayıs 1919’da Fatih’te, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto için Saraçhanebaşı’nda yapılan iki büyük mitingde elli bin kişinin getirdiği tekbirlerle dışında bir ses işitilmeden beraberindeki Türk Bayraklarının siyaha bürünmüş hali, tepkinin önemini yansıtmaktaydı. Alanda yaşanmakta olan bu çok dokunaklı havanın içerisinden karalar giymiş bir Türk kadını olarak Halide Edip Adıvar, bu büyük kalabalığın karşısına çıkarak onları coşturan ve ağlatan bir konuşma yapmıştı. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde yine Saraçhane’de büyük bir mitingle karşılaşılmaktadır. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, 31 Aralık 1961'de gerçekleştirilen Saraçhanebaşı Mitingi de, işçi kesiminin bu tarihe kadar Türkiye'de genelinde ve İstanbul’da olmak üzere gerçekleştirilen ilk ve en büyük miting olarak tarihteki yerini alır. Henüz işçi hareketinin olgun olmadığı gibi gerekçelerle Taksim'de değil de daha yeni hizmete açılmış olan Belediye Sarayı önündeki Saraçhanebaşı Meydanı'nda toplanma izni verilmesiyle bu miting gerçekleşmiştir. Kimi gözlemcilere göre İstanbul ve çevre illerle Anadolu'nun çeşitli yerlerinden gelen 100.000, kimilerine göre 150.000 işçi, mitinge katılmıştır.
1994 yılı itibarıyla Türkiye'de sigortalı işçi sayısının 620.000 dolayında olduğu bir dönemde, işsizlikten, düşük ücretlerden ve sosyal hakların olmayışından yakınan 100.000 dolayında işçinin 1961 yılında İstanbul'da yaptıkları miting bu bakımdan önemliydi.
Saraçhanebaşı’ndan Fatih merkezine doğru uzanan cadde Macar Kardeşler Caddesi adı ile devam eder. İttihatçıların idaresi sırasında Türkçülük politikaları gereği I. Cihan Harbi yıllarında Türk asıllı Macarlara iltifat icabı ve onlarla ittifak olmak gayesi ile bu güzergâha Macar Kardeşler ismi verilmiş ve halen de bu isimle anılmaktadır. Bu mevkii üzerinde Dülgerzade Camii bulunurken; caddenin başlangıcında Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi, 1914 tarihinde inşa ettirilen Şehremaneti Fatih Belediye Dairesi Binası ve Teyyare Şehitleri Anıtı, karşılıklı yer almaktadır. Devamında da Millet Kütüphanesi olarak bilinen Feyzullah Efendi Kitaphanesi vardır. Semtin bir parçası olmaktan uzak kalmış olan Gazanfer Ağa Medresesi, Bozdoğan Su kemeri dibinde, çevresinden sürekli geçenler tarafından bile algılanamaz olmuştur.
Şehzadebaşı Camii civarında, büyük bir bölümü eski Saraçhane sınırları içerisinde yer alan yeniçerilere ait Acemi Oğlanı Kışlası (Ocağı) kalıntısı olan bazı odaları da, 1953-6 yıllarında, bilgisizce yapılan bu imar hareketi sırasında ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde Şehzadebaşı Camii karşısındaki konaklar da imar hareketinin simgesi olan Caterpillar makinelerle yıktırılmıştı. Gene o meşum 1920 Mart'ında, İngilizlerin işgal edip Türk muhafızları şehit ettikleri ünlü Saraçhanebaşı Karakolu da ortadan kaldırılmıştır.
12. Saraçhanebaşı Karakolu, bugün Şehzade Camii dış avlu girişi olan ve bitişiğinde bir çeşmenin yer aldığı cümle kapısının karşı sırasına denk gelmekte ve yıktırılmış olan Kazasker Ebu’l-Fazl Mahmud Efendi Medresesi’nin de bitişiğinde idi. Horhor yönünde, fetihten sonrası saraç esnaflarına tahsis edilmiş olan açık sarnıç şeklinde orta ölçekli bir havuzdan bahsedilmektedir. Çırçır Yangını’ndan sonra yangın hafriyatı ve toprak ile doldurulan bu büyük havuz, bölgedeki yeni caddenin ve yolların açılması esnasında Saraçhane’den arta kalan harabeler ile beraber ortadan kaldırılan bir diğer kayıp Bizans dönemi yapı parçalarından birinin varlığını öğrenmekteyiz.
Atatürk Bulvarı açılırken yapılan yıkımlardan şanslı olarak kurtarılmış bir yapı olan Burmalı Mescid; marangozhane olarak kullanılmakta iken, 1953-56 yıllarında yapılan esaslı bir onarımla asli amacına dönüştürülmüştür. 20. yüzyılın ikinci çeyreği içerisinde ve öncesinde inşa edilmiş sivil mimari örnekleri dışında Saraçhane Semti’nin dâhilinde sayabildiğimiz birkaç tarihi mirasımızdan ayrı bugün varlığı tespit edile bilinen 11 cami-mescid, 1 çarşı, 2 su terazisi, 3 sebil, 5 medrese, 3 hamam, 1 karakol binası, 8 çeşmeden geriye 2 cami-mescid, 3 sübyan mektebi, 4 medrese, 1 sebil ile 3 çeşme günümüze ulaşabilmiştir. Eseri dahi kalmamış bir çok yapı ise, modernite uğruna geçekleştirmiş olduğumuz imar hareketlerinin bir sonucu olarak tarihe mal olmuşlardır.
Saraçlar ve Saraçhane
M. Çağatay Uluçay, “İstanbul Saraçhanesi ve Saraçlarına Dair Bir Çalışma”, başlıklı makalesi’nde;14 “Fatih İstanbul’u aldıktan sonra bu gözde şehri mamur hale getirmek amacıyla mahalle teşekkülü için cami, eğitim için sıbyan mektepleri ve medreseler, iktisâdi hayatı canlı tutmak için de hanlar hamamlar ve dükkânlar inşa ettirmiştir. Bu dükkânlar ekonomiyi canlı tuttukları gibi vakıf olarak kuruldukları için gelir teşkil etmiş olacaklardı” diye şehrin kuruluş yani şenlendirme politikasının şeklini kısaca tanımlamaktadır.
Tarih bilgilerine göre İstanbul Saraçları, şehrin fethi ardından yirmi yıl kadar, eski bedesten (Cevahir Bedesteni) yanında geçici bir arastada çalışmışlardı.
Fatih Camii yapıldıktan sonra, semti canlandırmak için, bu amaç içerisinde; Fatih Camii, İstanbul’un gözde mekânı ve yüksek tepelerinden birisine inşa edildikten sonra bu alanın yanında, bugünkü Fatih Belediyesi binası, Fatih parkı ve civarda bulunan apartmanların bulunduğu boş araziye Saraçları yerleştirmek amacıyla Saraçhane yaptırılmıştır. 1475 senesinde biten bu çarşı, Ayasofya vakfına bağlanmıştır. Akdeniz medreseleri ötesine, Sultan Pazarı adı ile kurulmuş Saraçhane Çarşısı’ndan başka, bir çarşının daha varlığından bahsedilmektedir.
Burası 286 dükkan ve 32 hücreden meydana geliyordu. Ve bu büyük çarşıdan sonra Saraçlar Çarşısı gelirdi ki burası kayıtlara göre 116 dükkandan ibaretti. Bu çevrede Mimar Ayas Mescidi Mahallesi’nde Fatih’in inşa ettirmiş olduğu Saraçhane çarşısından ayrı, Mimar Ayas tarafından mescidine vakıf için yaptırılan ve Beylik dükkanlar adıyla anılan 35 dükkan daha bulunmaktaydı.
İstanbul’un coğrafi ve tarihi konumu itibariyle ilk bakışta şehrin bir takım sanayi bölgelerine ayrıldığı görülür. Sanatlar ve ticaret için semt semt çarşılar hazırlanmıştı. Doğunun en büyük, daimi bir pazarı ve bunun içine sığmayan kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı gibi Saraçhane’de İstanbul'un en eski ve önemli çarşılarındandı. Saraçhane Çarşısı, bugünkü manada fevkalâde ehemmiyeti olan büyük bir sanayi çarşısıydı. Bir teşkilât olarak teşekkül ettirilmiş bu çarşı dönemi içerisinde burası, bugünün Gebze Sanayi Bölgesi ve benzerleri niteliğindeydi.
Saraçhanebaşı Semti’nin adının kaynağını teşkil eden bu saraçhanenin ilk kuruluşundaki mimari şekli ve dükkânlarının sayısı bilinmemekle beraber, Evliya Çelebi esnaf alaylarından bahsederken; İstanbul saraçlarının 1.084 dükkânı olduğunu belirtir. Müessese hakkında yaşlı saraç ustalarının verdikleri malûmata göre bu esnafın toplu bır (site-mamure) halinde çalışmasını temin için 360 kemer, yani dükkân halinde olması esası üzerine bina edilmiştir. Saraç esnafı bu kadar çok dükkânlarla alışveriş yapılamayacağını düşünerek Fâtihe müracaatla azaltılmasını istemişlerse de Fatih: “Öğleye tadar kendi aranızda satışlar yapar, Öğleden sonra da halkla alıverişte bulunursunuz” cevabını vermiş; esnaf da bu söze itiraz etmeyerek çalışmaya koyulmuşlar ve kazanç temin etmişlerdir16. İnşa edilen bu ilk Saraçhane 5 Eylül 1693 (4 Muharrem 1105) tarihine kadar işlev gördükten sonra bu tarihte çıkan bir yangınla yerle bir olmuş. Çarşının tamamen yanması ile buranın esnafı Sultanahmed ile Bayezid arasında dağınık bir şekilde yerleşerek ticari faaliyetlerini yine saraç olarak sürdürmüşlerdir.
İstanbul Saraçhane’sini dağılma sürecinde,1868 yangınından sonra, bir yabancı gözüyle inceleyen ve 19. yüzyılın sonlarındaki durumunu anlatan P. Lecomte ise şunları yazmaktadır:
"Karos yapımcılığı ve saraçlık, eskiden Saraçhane denen yerde toplanmıştı. Bugün Fatih Camii'nin etrafı saraçlarla doludur. Orada Anadolu'nun içlerine gönderilmek üzere dizginler ve kırbaçlar imal edilmektedir. Bunları yapan Türk ustaları, 40 dükkânın bulunduğu bir sokağı işgal etmişlerdir. Çalışma usulleri Avrupa'daki meslektaşlarınınkine çok yakındır. Eyer yapmada da başarılıdırlar.
Ancak İşçilik pek ince değildir. Ama fiyatı da ona göre düşüktür: 10 Mecidiye yani 50 Frank; hâlbuki İyi bir İngiliz eyerinin fiyatı 250 - 300 Franktır. Türkler eyercilikte elli yıl öncesine kadar çok usta idiler. Büyük bir başarıyla dekore edilmiş Türk ve Arap eyerleri gördük. Maalesef yabancı rekabet bugün bu zenaati hemen hemen yok etmiştir. Avrupa müzelerinde bulunan inanılmaz zenginlikteki şark eyerleri de vardır. Bunlar, Hint, İran. Moğul, Çerkeş, Türk ve Arap eserleridir. Eski eyerler daha titiz bir çalışmayla meydana getiriliyordu ve gayeye daha uygundu. Saraçlık tarihi, üzerinde durulmaya değer. Zira en eski çağlara kadar dayanmaktadır. (...) (Türk) eyerleri, öne ve arkaya yerleştirilmiş tahtadan bir çift eyer kaşından meydana gelmiştir. Bu iki kaş ve bağlantıları eyerin çatısını teşkil eder. Ön kaşta, iki yana doğru birer simit yastık vardır. Bunların vazifesi bacakları tutmaktır. En mükemmel eyerler 15. ve 16. yüzyıllarda imal edilmiştir.
17. yüzyıla kadar eyerler semerliydi. Bu da atlının bacaklarını sıkıca tutmaya yarardı. 18. yüzyılda kullanılan saltanat eyerlerinde sadece önde semer bulunurdu. (...) İstanbul Çarşısında bu eski eyerlere bazen rastlanmaktadır. Üzengiler ise çok çeşitlidir. Bazıları kundura gibidir. Bazılarının tabanı ayakkabı boyundadır. Bazılarının ucu da sivri ve kıvrık olup mahmuz olarak da kullanılır. (...) Eski Arap ve Türk eyerlerinin gümüşle veya mineyle işlenmiş olanları da vardır ki bunlar birer sanat eseri olacak."
Dükkânları kârgir olan Saraçhane Çarşısı’nın beş kapısı bulunmaktaydı. Bu kapılardan Atpazarı Kapısı, Baş kapı Dülgerzâde Mahallesi’ne, Sepetçiler tarafı Kapısı ki Horhor’a açılmaktaydı. Zeyrek tarafı Kapısı ve Sandıkçılar Kapısı bulunmaktaydı. Saraçhane’nin de bir tarafı olan Sandıkçılar Sokağı ve kapısı civarı beygir derisi ve bununla ilgili madeni eşyanın imalatıyla uğraşırlardı. Malik Aksel’in Anadolu Halk Resimleri adlı eserinde bu Sandıkçı esnafıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır
25. Şimdi izi bile kalmayan Saraçhane’nin beş kapısının isimleri ise şöyleydi: Başkapı (Saraçhanebaş Kapısı), Ortakapı, Kırbacılar Kapısı, Atpazarı Kapısı (Bab-ı evvel), Karaman Yokuşu Kapısı veya Karaman Kapısı’dır. Kaynaklarda ismi geçen Küçükkapı’nın ise hangi kapıya izafeten söylendiği veya böyle bir kapının nerede olduğu hakkında bir bilgiye de ulaşılamamıştır. Kapısı (Bab-ı evvel), Karaman Yokuşu Kapısı veya Karaman Kapısı’dır. Kaynaklarda ismi geçen Küçükkapı’nın ise hangi kapıya izafeten söylendiği veya böyle bir kapının nerede olduğu hakkında bir bilgiye de ulaşılamamıştır.
37. Mimar Sinan tarafından yapılan onarım, takviye ve yenilemelerle 1894 depremi öncesi ve sonrası yer sarsıntılarından çok büyük tahriplere uğramayarak bugüne kadar gelebilmiştir. Bozdoğan Kemeri’nin Saraçhane yönündeki kemeri daha ihtişamlı ve yüksek inşa edilmiştir. Bozdoğan Kemeri’nin ve topografyanın zirvesi Saraçhane’dir. Bugün Arkeoloji Parkı olarak ifade edilen Saraçhane Parkı; Tayyare Şehitleri Anıtı'nın bulunduğu parkın Aksaray'a doğru bir uzantısı konumunda bulunan büyük bir park halindeyken 1964-65 yılındaki son yol ve kavşak düzenlemesiyle ortadan kaldırılmış, yol için hafriyat çalışmaları yapılırken ortaya çıkarılan Bizans dönemi kalıntılarının tespiti üzerine Ayios Polieuktos Kilisesi'nin kalıntıları bulunduğu için de park tekrardan düzenlenememiştir. II. Teodosios'un kızı Eudoksia Şehzadebaşı-Saraçhanebaşı bölgesinde Azize Eufemia adına bir kilise yaptırmak istemiş, ancak bu yapı, kızı Plakidia ve onun eşi Anikius Olybrius tarafından tamamlanmış olduğu kaynaklarda belirtilmekle beraber yeri ve hangi tarihlere kadar mevcut olduğu ayrıca ne sebeple ortadan kalktığı hakkında bir bilgi bulunmamaktadır
38. Anikius Olybrius'un kızı Anikia İuliana39 524-527 arasında, yine Saraçhane'de Ayios Polieuktos (Polyevktos) Kilisesi'ni yaptırmıştır. Bu kilisenin bugün Saraçhanebaşı'nda temel kalıntıları görülebilmektedir. İuliana bu kiliseyi, kendi sarayının yakında inşa ettirmişti.
Ayios Polieuktos (Polyevktos) Kilisesi, 1964-65 yılı kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Anikia luliana'nın Aziz Polieuktos adına yaptırdığı kilise, Bizans tarihinde özel bir döneme denk düşer. Bu açıdan da bir mimarlık anıtı olmanın ötesinde, İmparator Justinianos'un iki büyük yapısı Sergios Bakkhos ve Ayasofya Kiliseleri’nden hemen önce inşa edilen Polieuktos, bu yapıların öncülü olarak dönemin mimari gelişiminin de bir göstergesidir41. Alt yapı planından anlaşıldığı üzere ibadethane, kubbeli bazilika olarak inşa edilmiştir. Kurtarma kazıları esnasında ortaya çıkarılan eserlerden şu anlaşılmaktadır ki; yapıda daha önceleri bulunan bir çok parçanın 13. yüzyılda Haçlı işgali sırasında Polieuktos Kilisesi'nden Venedik’teki, San Marco’ya kaçırıldığı anlaşılmıştır. İmparatorluk soyundan gelen ve bir soyluluk unvanı olan “Patrikia” unvanına sahip Anikia İuliana; ailesinin, servetinin ve sanat hamiliğinin kendisine kazandırdığı ün dışında, devrinin dini ve siyasi olaylarında da önemli rol oynamıştır. Emrinde çoğunluğu hadımlardan oluşan çok sayıda hizmetkârının bulunduğu bugünkü Saraçhanebaşı’ndaki konağında ya da sarayında, dönemin bilim adamlarını, sanatkârlarını ve din adamlarını devamlı surette misafir eder ve onları ağırlardı. Bu saray, ilmi meclislere de ev sahipliği yaptığı gibi İuliana, ilim ehli ve din adamlarına maddi desteklerini de esirgemezdi. İuliana döneminde bir tarihinde özel bir döneme denk düşer. Bu açıdan da bir mimarlık anıtı olmanın ötesinde, İmparator Justinianos'un iki büyük yapısı Sergios Bakkhos ve Ayasofya Kiliseleri’nden hemen önce inşa edilen Polieuktos, bu yapıların öncülü olarak dönemin mimari gelişiminin de bir göstergesidir41. Alt yapı planından anlaşıldığı üzere ibadethane, kubbeli bazilika olarak inşa edilmiştir. Kurtarma kazıları esnasında ortaya çıkarılan eserlerden şu anlaşılmaktadır ki; yapıda daha önceleri bulunan bir çok parçanın 13. yüzyılda Haçlı işgali sırasında Polieuktos Kilisesi'nden Venedik’teki, San Marco’ya kaçırıldığı anlaşılmıştır. (…)
Önerilen Bağlantılar : TOKİ Aksaray kura