Bir gayrimenkulünüz, haciz sonrası satılıyor ve satış gelirinden borcunuzun karşılığı tahsil ediliyorsa, buna cebri satış adı verilir.
Üzerinde haciz veya ipotek kaydı bulunan borçluya ait taşınmaz malın, borcu tahsil amacıyla icra müdürlüğü veya alacaklı kamu idaresi kanalıyla satılarak, ihale alıcısı adına tescili işlemidir.
Yani bir gayrimenkulünüz, haciz sonrası satılıyor ve satış gelirinden borcunuzun karşılığı tahsil ediliyorsa, buna cebri satış adı verilir.
Bir de bununla ilgili "cebri icra" vardır; o konuda bilgilenmek isterseniz tıklayın.
BU KONUDA KARŞILAŞILABİLECEK SORUNLAR
ÖRNEK OLAY 1:
- Ben icra dairesinden bir ev aldım. Evin sahibi, nakit paraya ihtiyacı olduğu için arkadaşı Semih'e evi satıyormuş gibi bankaya kredi karşılığı rehin vermiş ve noterde 5 yıl süre sonra Semih evi bana geri satacak diye satış vaadi sözleşmesi yaparak tapuya işletmiş.
Ancak evin sahibi krediyi ödeyememiş. Arkadaşı Semih de ödeme yapamamış. Ev rehinden dolayı cebri satış ile ihale usulü ile satışa çıkartılmış. Ben de ihaleyi kazanarak evi aldım. Ama bu olaydan tapuda imza atarken haberim oldu. Şu anda tapusu elimde; icradan satış tutanağı da var. Ve satış vaadi sözleşmesi 1 ay sonra doluyor. Satış vaadi sözleşmesine uymam gerekir mi? Tıklayın
KONUYLA İLGİLİ İÇTİHATLAR
YARGITAY NİHAİ KARARLARI
SORU ŞU: Bir konutun AİLE KONUTU olması, o konutun cebri icra satışına engel teşkil eder mi?
KARAR: AİLE KONUTU - TEDBİRİN CEBRİ İCRA SATIŞINA ENGEL TEŞKİL ETMEYECEĞİ
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu 2011/2-109 E.N , 2011/481 K.N.
İlgili Kavramlar
HAKİMLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU
TAZMİNAT
İçtihat Metni
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 2. Hukuk Dairesince;
(...Davacı vekili, dava dilekçesinde; müvekkilinin eşi R... K...... adına tapuda kayıtlı olan Siirt M..... K..... mahallesindeki 307 ada (2) nolu parseldeki (…nolu "mesken" niteliğindeki taşınmazın "aile konutu" olduğunu, taşınmazda hak sahibi olan kocasının , eşinin rızasını almadan "A..... D.......Tüketim Malları San, ve Tic. Ltd. Şti"nin borcuna teminat olması için taşınmazın üzerine üçüncü kişi (B.. E. A......San. ve Tic. A.Ş.) lehine ipotek tesis ettirdiğini, borçlu vadesinde borcunu ödemeyince, ipotek alacaklısı BSH şirketinin, borçlu ve taşınmaz maliki aleyhine "ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla" icra takibine başvurduğunu, müvekkilinin bu takip nedeniyle aile konutunun satılmak üzere olduğunu öğrendiğini, bunun üzerine Türk Medeni Kanununun 194.maddesine dayanarak Siirt Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinde 29.08.2007 tarihinde "ipoteğin kaldırılması" davası açtıklarını, davanın 25.10.2007 tarihinde yapılan duruşmasında, ipotekli taşınmazın satışının ve başkalarına devrinin önlenmesi için talepleri doğrultusunda, taşınmazın tapu kaydına tedbir konulduğunu, 28.02.2008 tarihli duruşmada ise, davaya bakan davalı hakimin konulan tedbir kararını kaldırdığını, tedbir kalkınca, taşınmazın cebri icra yoluyla alelacele satışa çıkarıldığını ve ipotek alacaklısı B.. şirketinin taşınmazı alacağına mahsuben satın aldığım, bunun üzerine ipoteğin kaldırılması davası konusuz kalınca zorunlu olarak davayı ıslah ederek, cebri satışın iptali ve dava konusu taşınmazın yeniden davacının eşi adına tescilini talep ettiklerini, ancak mahkemece davanın 02.07.2008 tarihinde reddedildiğini, kararı temyiz ettiklerini, Yargıtay'ca "ipotekli taşınmaz cebri icra yoluyla satıldığından" dolayı işin esasının incelenemediğini, karar düzeltme taleplerinin de 07.04.2010 tarihinde reddedildiğini, davalı hakimin; konulan tedbiri kaldırmamış ve davayı konusuz bırakmamış olsaydı, davanın müvekkili lehine sonuçlanacak ve müvekkilinin aile konutunu kaybetmeyecek olduğunu, tedbir kararının davalı hakim tarafından kaldırılması ve taşınmazın cebri icra ile satılması sonucu zarara uğradığını ileri sürerek uğradığı 47.970.65 TL. zararın tazmini ile bu miktarın davalı hâkimden tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, dava dilekçesi ve duruşma günü usulüne uygun olarak tebliğ edildiği halde davaya herhangi bir cevap vermemiş, duruşmaya da katılmamış, davacı vekili ise duruşmada dava dilekçesini tekrar etmiştir.
Dava, hakimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573-576.maddelerinden kaynaklanan tazminat isteğine ilişkindir.
Davacının delil olarak dayandığı Siirt Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinin 2007/434 esas 2008/432 karar sayılı dava dosyası, aynı yer icra (Hukuk) Mahkemesinin 2008/19 esas 2008/49 karar sayılı "ihalenin feshine" ilişkin dava dosyası ve yine Siirt İcra Müdürlüğünün taşınmazın cebri icra ile satışına ilişkin 2007/174 talimat sayılı dosyası getirtilip incelenmiştir.
A…… D…….Tüketim Malları San. Ve Tic. Ltd. Şti'nin, B.. E. A......Sanayi ve Tic. A.Ş.'ne olan borcunun teminatı olmak üzere davacının eşi R... K...... adına tapuda kayıtlı olan taşınmaz üzerine, tapu kayıt malikinin talebiyle 16.3.2006 tarihinde 560 yev. nolu resmi senede, alacaklı şirket lehine 100.000 TL. tutarlı birinci dereceden ipotek tesis edildiği; borcun vadesinde ödenmemesi üzerine ipotek alacaklısı tarafından Şişli 6. İcra Müdürlüğünün 2007/10065 esas sayılı dosyası ile ipotek tablosundaki alacağın tahsili için 26.04.2006 tarihinde borçlu şirket ve ipotek veren kişi aleyhine "ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla" icra takibi başlatıldığı, ödeme emrine itiraz edilmemesiyle takibin kesinleştiği, icra memurluğunun takibin başladığını İcra İflas Kanununun 150/e maddesi gereğince tapu idaresine 4.5.2007 tarihli yazıyla bildirdiği, bu bildirim üzerine keyfiyetin taşınmazın tapu kaydı üzerine şerh verildiği, ipotek alacaklısı tarafından 07.08.2007 tarihinde taşınmazın satışının talep edildiği, talep üzerine takibi yapan icra dairesinin talimatıyla Siirt İcra Müdürlüğünün 2007/174 talimat sayılı dosyası üzerinden 18.3.2008 tarihinde taşınmazın "açık artırma" suretiyle alacaklı şirkete ihale edildiği anlaşılmaktadır.
Davacı tarafından lehine ipotek tesis edilen şirket aleyhine 29.8.2007 tarihinde, Türk Medeni Kanununun 194/1 maddesine dayanılarak rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin kaldırılması talebiyle Siirt Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesinde 2007/434 esas sayılı dava açılmıştır. Davacı vekilinin dava dilekçesinde "tedbir" talep etmesi üzerine, davanın 25.10.2007 tarihli oturumunda diğer hakim G.... A... A..... (95163) tarafından taşınmazın tapu kaydı üzerine "satışının ve başkalarına devrinin önlenmesi için" tedbir konulmasına karar verilmiş, bu karar Siirt Tapu Sicil Müdürlüğüne aynı gün yazılan müzekkere ile bildirilmiş, müdürlük mahkemenin tedbir şerhini taşınmazın kaydına 31.10.2007 tarihinde işlemiştir. Mahkeme verilen tedbir kararının tapuya işlendiğini 31.01.2008 tarihli müzekkeresiyle takibi yürüten Şişli 6.İcra Müdürlüğüne bildirmiştir. Şişli 6.İcra Müdürlüğü, 11.02.2008 tarihli yazısıyla "taşınmazın açık artırma suretiyle satılarak ipoteğin paraya çevrilmesine karar verildiğini, taşınmazın tapu kaydı üzerine 25.10.2007 tarihinde konulan tedbir kararının satışın durdurulmasına yönelik olup olmadığının anlaşılamadığını" belirterek "bu tedbir kararının satışın durdurulmasına yönelik olup olmadığının bildirilmesini" mahkemeden sormuş, mahkemece bu yazıya bir yanıt verilmemiştir. Bu defa davacı vekili, 28.2.2008 tarihli oturumda tutanağa geçen beyanıyla, 25.10.2007 tarihli oturumda verilmiş bulunan tedbirin "cebri icra yoluyla satışın durdurulması yönünde" genişletilmesine karar verilmesini istemiş, davalı vekilinin talebi üzerine aynı oturumda davalı hakim tarafından "İcra İflas Kanununun 150.maddesi delaletiyle aynı yasanın 72/3.maddesi ve tüm dosya kapsamı nazara alınarak 25.10.2007 tarihinde taşınmazın tapu kaydı üzerine konulan tedbirin kaldırılmasına" karar verilmiş, bu husus tapu sicil müdürlüğüne bildirilmiştir. Davacı vekili, 03.03.2008 tarihli dilekçesiyle tedbirin kaldırılması yönündeki ara kararından dönülmesini istemiş, davalı hakim tarafından bu talep, "karardan dönmeyi gerektirir bir durum hasıl olmadığından" reddedilmiştir. Taşınmazın cebri icra ile satılmasından sonra davacı vekili, 28.04.2008 tarihli ıslah dilekçesiyle ipoteğin kaldırılmasına ilişkin açtıkları davayı satışın iptali ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile yeniden R... K...... adına tescili" olarak ıslah ettiklerini bildirmiş; mahkemece dava 02.07.2008 tarihinde reddedilmiştir. Davacının temyizi üzerine hüküm Yargıtay'ca 19.11.2009 tarihinde onanmış, davacının karar düzeltme talebi 07.04.2010'da reddedilmiştir.
Taşınmazını ipotek veren davacının eşi R... K...... tarafından 24.03.2008 tarihinde Siirt İcra (Hukuk) Mahkemesinde 2008/19 esas sayı ile "ihalenin feshi" davası açılmış, bu dava da reddedilmiş, karar Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 17.3.2009 tarihli ilamıyla onanmıştır.
Bütün bu açıklamalardan görüleceği üzere; alacaklı şirket tarafından "ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla" icra takibi 26.04.2006 tarihinde başlatılmış, ödeme emrine itiraz edilmeyerek takip kesinleşmiş, alacaklı 7.8.2007 tarihinde ipotekli taşınmazın satışını talep etmiştir. Davacı tarafından "ipoteğin kaldırılması" davası ise bundan sonra 29.08.2007 tarihinde açılmıştır. İpoteğin kaldırılması davası açılmış olması, İcra İflas Kanununun 150.maddesi yollamasıyla ayni yasanın 72/3.maddesine göre "takibin durdurulması" yönünde alınmış bir tedbir karan bulunmadıkça icra takibini durdurmaz. Davaya bakan diğer hakim G.... A... A..... (---) tarafından 25.10.2007 tarihinde verilen ihtiyati tedbir karan, davacının eşine ait taşınmazın üçüncü kişilere tapudan rızaen devir ve temlikini önlemeye yönelik olup, bu nitelikteki bir tedbir, taşınmazın cebri icra ile satışını engellemez. Bu tedbir kararının takibi yapan icra dairesine bildirilmiş olması da bilgi verme amacına yönelik bir işlemdir. Anılan davada, davalı hakim tarafından "takibin durdurulması" yönünde İcra İflas Kanununun 72/3.maddesi çerçevesinde alınmış bir tedbir kararı bulunmamaktadır. 28.02.2008 tarihli oturumda davalı hakimin kararıyla kaldırılan tedbir, 25.10.2007 tarihindeki tedbir kararıdır. Bu tedbir kararı da yukarıda belirtildiği gibi taşınmazın cebri icra ile satışını engelleyici nitelikte bir tedbir değildir. Dolayısıyla davalı hakimin hukuki sorumluluğunu gerektiren bir durum yoktur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573.maddesinde sayılan sorumluluk halleri gerçekleşmemiştir. Bu nedenle davalı hakkında açılan dava haksız ve dayanaktan yoksun olup reddine karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan sebeple:
1-Açılan davanın REDDİNE,
2-Alınması gereken 26.25 TL. ret harcının, peşin alınan harçtan mahsubu ile bakiye 686.15 TL. harcın talebi halinde davacıya iadesine,
3-Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 576/2. maddesi gereğince 500 TL. para cezasının davacıdan alınıp Hazine'ye irat kaydına,
4-Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 576/2.maddesi gereğince takdiren 500 TL. tazminatın davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
5-Davacının yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılması, davalının masrafı bulunmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına…)
Dair oybirliği ile verilen 26.11.2010 gün ve 2010/3 E-2010/3 K. sayılı kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine kararın süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hâkimlerin hukuki sorumluluğunu düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573-576.maddelerinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı tarafça davalı Hakim aleyhine 20.07.2010 tarihinde tazminat istemiyle açılan davada, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nce ilk derece mahkemesi sıfatıyla, "Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinde sayılan sorumluluk hallerinin gerçekleşmediği" gerekçesiyle "davanın reddine" dair verilen 26.10.2010 tarihli karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Hükmün verilmesinden sonra, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet ve kararları nedeniyle açılacak tazminat davalarında uygulanacak esas ve usule ilişkin yeni düzenlemeler yapılmıştır.
09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde:
"Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:
a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.
b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz."
hükmü öngörülmüştür.
Yine, 6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi; "Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…" şeklinde değiştirilmiştir.
6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Geçici Madde 2/2 de ise;
"Hâkimler ve Savcılar Kanununa bu Kanunla eklenen 93/A maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu Kanunla değiştirilen 573. maddesi hükümleri bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte;
a) Görülmekte olan davalar,
b) Kesinleşmemiş hükümler,
c) Miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler,
bakımından da uygulanır ve davaya Devlet aleyhine devam olunur."
Düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu açık hükümlerden anlaşıldığı üzere; hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet ve kararları nedeniyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği; kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 6110 sayılı Kanunla getirilen bu hükümlerin, Anayasa'nın 2., 9., 10. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek, konunun Anayasa Mahkemesi'ne götürülmesi yönünde görüş bildirilmiş ise de; kesinleşmiş bir hüküm ve kazanılmış haklar söz konusu olmadığından, çoğunlukça bu görüş kabul görmemiştir.
Yukarıda açıklanan yeni yasal düzenlemeler karşısında; somut olayda, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri gereğince davaya, davalı hakim aleyhine devam edilmesi imkanı kalmamıştır. Bu düzenlemeye göre yasal hasım devlet olup; hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer alması olanaklıdır.
Hal böyle olunca; ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nce yapılacak iş, yeni yasal düzenleme doğrultusunda davaya Devlet aleyhine devam edilmesine imkan tanınmasının sağlanması ve Hazine'nin davaya dahil edilmesi için davacı tarafa süre verilip, halen davalı konumunda olan hakimin ise zorunlu ihbar olunan sıfatını taşıdığı da gözetilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır.
Açıklanan nedenlerle; Özel Dairenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 08.10.2010 tarihli kararının bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 26.11.2010 tarihli kararın, yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 06.07.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.
Av.Ömer Yildirim tarafından yayınlandı.